Albüm Kritik 1071 (Infant Annihilator / The Elysian Grandeval Galèriarch)

Metal camiasında işler hiçbir zaman güllük gülistanlık olmamıştır. Her daim içinde kaosu, trajediyi, komediyi, öfkeyi, absürtlüğü ve tiksintiyi barındırmıştır. Belki daha fazla duygudan da söz edebiliriz. Fakat benim aklıma gelenler şimdilik bunlar. Bu tür duygulara sebep olanlar da elbette müzisyenler ve grupların ta kendisidir. Bazen yeni bir tür yaratarak bunu yaparlar bazen de grup içindeki duruşları ve manifestoları ile. Bazen sahnedeki tavır ve duruşlarıyla bunu yaparlar bazen de albüm kayıtlarındaki kendiniz bilmezlikleriyle. Bazen Metal camiasının tümüne olan saygısızlıkları ile bunu yaparlar bazen de kendilerine olan nefretleri ile farklı bir boyuta geçmeleri ile. Bütün bu olumsuz duyguların yanında elbette olumlu şeyler de olmaktadır. Fakat olumlu şeyler bahsetmeye değer olmuyorlar genelde. Çünkü insanlık her daim kaos ve trajediden beslenmeyi, mutluluk ve iç hoşluğuna tercih etmiştir. Bugün sizlere bahsedeceğim grup da Metal camiasına giriş yaptıklarından beri birçok tartışmanın konusu olmuşlar ve birçok eleştirinin hedefi haline gelmişlerdir. Sadece müzikal duruşları ile değil, o müzikal duruşlarının yanındaki tezat görünüşleri, insanların dile getirmeye tenezzül dahi etmedikleri uç konuları albümlerinde ana tema olarak seçmeleri gibi etmenler söz konusudur. İngiliz “Infant Annihilator” gelmiş geçmiş en tartışmalı Metal gruplarından biri olarak tarihe geçmiştir ve tarihteki bu yeri de her albümü ile daha da uç noktaya taşımaktadırlar. Deathcore’un 2000’li yıllarda peyda olmasından sonra Infant Annihilator da 2010’lu yıllara kadar ufak tefek demolar ile “Myspace”de varlık göstermeye başlamıştır. Grubun müziği öylesine sert bir formdadır ki o zamanlar dahi anlaşılmaz ve yapay olarak tanımlanmış ve günün sonunda da pek az kesme hitap etmişlerdir. Grubun kurucuları olan “Eddie Pickard” (gitar) ve “Aaron Kitcher” (davul) aslında ciddi anlamda virtüöz isimlerdir. Özellikle Pickard’ın gerçekten de tam bir teknik adam olması, Deathcore’u da bu teknik kabiliyetiyle üst düzey noktaya taşıması muazzam bir şeydir. Herkes Kitcher’ın davulun başında dehşetengiz işler yapmasından dem vurmaktadır. Fakat bana göre esas olayı Pickard yazdığı o kompleks ve gerçekten de akli melekelerimizi zorlayacak derecedeki zor şarkı yazımlarında göstermektedir. Bunun yanında da Kitcher gibi manyak bir davulcunun da olması elbette bonus olmuş ve Infant Annihilator’ı ne derece pislik bir grup yapacaklarının sinyalini çok net bir şekilde vermişlerdir. İşin vokal kısmı da elbette en önemli faktörlerden biridir. Grubun kuruluşunda yer alan “Dan Watson” 2014 yılında gruptan ayrıldıktan sonra yerine cılız bir adam gelmiştir. Fiziksel olarak cılız olan bu adamın ses konusunda resmen bir mağara trolü olması akıl alır gibi değildir. Hem tizlerde hem de bas seslerde inanılmaz bir brutal vokal sergileyen bu adamın adı da “Dickie Allen”dır. Dickie ile Infant Annihilator bugünkü formuna kavuşmuş ve dehşeti en üst noktada icra etmeye başlamışlardır. İşte ben de sizlere bugün, bu dehşetin bana göre fitilini yakan ve her dinlediğimde nutkumun tutulduğu albüm olan “The Elysian Grandeval Galèriarch”tan söz edeceğim. Yazının giriş kısmını böylesine uzun tutmam planlarımın dışında gelişti. Fakat grup hakkında kısa bir bilgi vermeden de yazıya giriş yapmak istemedim. Şimdi gelelim bebek çığlıkları ile açılan ve sonrasında da dehşeti her şarkıda daha da arttıran The Elysian Grandeval Galèriarch’ın bana hissettirdiklerinden sizlere söz etmeye.


Infant Annihilator ile tanışmam 2019 yılında çıkardıkları ve hala son LP’leri olma unvanını taşıyan “The Battle of Yaldabaoth”la oldu. Bu albümü aynı zamanda 2019 yılının en iyi 15 albümü listesinde 3. sıraya yerleştirmiştim. The Battle of Yaldabaoth’un kritiğini tekrar okudum bu yazıyı yazmadan önce. Infant Annihilator o zaman beni öylesine büyük bir dehşete düşürmüş ki, öylesine büyük bir heyecan yaratmış ki ruhumda sürekli isyanlarda bulunmuşum yazıda. Böyle bir şey nasıl olabilir, böyle yeteneklere nasıl erişebilir insanlar diye… The Battle of Yaldabaoth’u bugün baştan sona dinlediğimde hala aynı tepkileri sıralıyorum. Hala benim için en iyi Metal albümlerinden birisidir. Fakat bu albümün oluşması elbette öncesinde bir fitilin ateş alması ile oldu. The Battle of Yaldabaoth da o fitilin alev aldıktan sonra patlama yapmış halidir. The Elysian Grandeval Galèriarch’ı çok önceden bir kere dinlemiştim. Fakat kendimi yüzde yüz vererek albümü dinlemedim. Sadece The Battle of Yaldabaoth’ın etkisinde öylesine kalmıştım ki The Elysian Grandeval Galèriarch’ı da hemen dinlemek istedim. O zamanlar dediğim gibi beni çok da etkileyen bir şey bulamamıştım. Fakat geçen sene bu albümü baştan sona bir kez daha dinlemek istedim ve olanlar oldu. Sanki saklı bir hazine bulmuş gibi hissettim kendimi. Aynı zamanda da bunca zaman bu albümü böylesine ötelemiş olmama da gerçekten sinirlendim ve içerledim. İlk olarak albümü baştan sona dinlemedim. Albümde yer alan ve bana göre Deathcore adına yazılmış en üst düzey şarkı olan “Blasphemian”a YouTube’ta denk geldim. Sağ olsun arada sırada doğru algoritma ile bana doğru şeyler öneriyor YouTube. Bu şarkıyı klibi ile dinleyince ve izleyince olduğum yerde kalakaldım. Klip zaten başlı başına bir başyapıt. Ondan çok fazla söz etmeye gerek yok. Fakat şarkının kendisi…İşte esas bende olayın koptuğu şey Blasphemian’ın bu derece iyi yazılmış bir şarkı olması oldu. Açılıştaki ürperti dolu melodik ve solo partisyonundan sonra büyük bir patlama ile giriş yapan ve sonrasında Dickie’nin vokalde nasıl şeytanın ta kendisi olduğunu kanıtlayan şarkıyı o gün, o saat diliminde art arda 9 kere dinledim. Saydım, evet. Bu şarkıdan sonra ise ayağa kalktım ve bu şarkının olduğu albümü kaç kere dinlerim bilmiyorum ama dinleyebildiğim kadar çok dinlemem gerekiyor dedim. Sonra kulaklığımı takıp, koltuğuma yayıldım ve The Elysian Grandeval Galèriarch’ı baştan sona dinlemeye koyuldum.


Albüm, salt bir Deathcore albümü değil. İşin içinde teknik kısmı da var. Grubun 3 elemanı da ellerinden geleni artlarına koymamışlar. Bunun sonucunda da muazzam bir sertlik ve aynı zamanda da virtüözlük oluşmuş. Albümdeki her şarkıda bunu çok rahat bir şekilde duyabilirsiniz. 11 şarkıdan oluşan albümde iki tane kısa enstrümantal şarkının yanı sıra bir de yaklaşık 18 dakikalık bir şarkı da var. “Behold the Kingdom of the Wretched Undying” adlı bu şarkı adeta bir manifesto bildirisi gibi olmuş. Tabi bu bildiri öyle hayra alamet bir bildiri değil. İşin içinde klasik Infant Annihilator öğeleri var. Ne yazık ki grubun şarkılarında yer verdiği konular çok tehlikeli şeyler. Zaten sırf bu yüzden uzun bir süre Metal Archives da gruba ambargo koymuştu. O ambargo da The Battle of Yaldabaoth ile ortadan kalktı. Fakat grubun vizyonu ve temasını değiştirdiğinden değil, grubu dinleyen birçok kişinin siteye tepki göstermesinden mütevellit oldu. Evet, ben de grubun şarkılarında işlediği pedofili, nekrofili ve cinsel vahşet gibi konulara karşıyım. Fakat Infant Annihilator daha isminde belli ediyor kendilerini ve daha bize başından biz çok pislik bir grubumuz, ona göre ha diyor. Fakat bu temaların seçimi sadece bir ekstrem olma gösterisinden ibaret. Çünkü grup elemanlarından çocuğu olanlar da var. Bu yüzden işin şov kısmı sadece böyle absürtlüklerle bezeli diyebiliriz. Bunu bildiğim için de açıkçası Infant Annihilator’ı dinlemekten geri durmuyor ve hatta bu grup sayesinde yönümü biraz daha fazla Deathcore’a da çevirmiş oluyorum.


The Elysian Grandeval Galèriarch, baştan sona muazzam bir albüm bana göre. Fakat bu albümde öne çıkan birkaç şarkı var benim için. Onlardan ilki albümün açılış şarkısı da olan “Unholy Gravebirth”tür. Bu şarkının açılışındaki o tüyler ürpertici atmosfer bile tek başına yeterli olabilir. Çığlık çığlığa ağlayan bir bebek ve ardından Dickie’nin o mağara trolü böğürmesi ortamın gerilmesinde büyük rol oynuyor. Sonrasında ise muhtemelen bu albümü dinleyen birçok kişinin de favorisi olan “Soil the Stillborn” geliyor. Tam bir mükemmellik örneği olan bu şarkıyı her gün kaç defa dinliyorum bilmiyorum ama dinlemekten bir an olsun sıkılmıyorum. Son olarak da “Blasphemian” yine bu albümde taptığım bir başka şarkı oldu. Dediğim gibi albümdeki her şarkı muazzam derecede iyi ama bu üçü benim gönlümde çok başka bir yer ettiler. Yazılan riffler, bas gitar partisyonları ve vokalin her şarkıda gövde gösterisi yapıyor olması The Elysian Grandeval Galèriarch’ı kusursuz bir hale getiriyor. Davulu o cümlenin içine dahil etmedim. Çünkü ondan ayrıca bahsetmem gerekiyor. Birçok kişi (ben de dahil olmak üzere) Kitcher’ın davul çalmadaki bu hızını hep sorguluyoruz. Muhtemelen ekstra aparatlar veya yazılımsal hilelerle bu derece süper hızlı çalabiliyor diye düşünüyoruz. Fakat grubu dinledikçe ve biraz da araştırma yaptıkça adamın gerçekten de bir AK-47 olabileceğine ikna olmaya başladım. Gerçekten de bu adam Deathcore davulculuğu için doğmuş ve hatta o davulculuğu da geçip hız konusunda bambaşka bir seviyeye ulaşmış. Elbette davulun kick kısmında ekstra trigger kullanıyor. Fakat bunu birçok ekstrem davulcusu da yapıyor zaten. İşin akıl almaz tarafı ise o triggerların bile limitlerini aşabilecek bir hızda bacaklarını çalıştırıyor olması. Hiçbir şekilde Infant Annihilator’un canlı performansını, hiçbir yerde göremedik ve muhtemelen göremeyeceğiz de. Zira böylesi komplesk şarkıları konserlerde çalmak çok zor bir şey. Bu yüzden de Kitcher’ın bu hızı her zaman bir soru işareti olarak herkesin aklında kalacak. Belki de böylesi işi daha da ilgi çekici bir hale getiriyor.

Infant Annihilator, The Elysian Grandeval Galèriarch ile 2016 yılında grubun ne derece manyak ve psikopat insanlardan oluştuğunu çok net bir şekilde göstermiş. Bu kadar kompleks ve sert şarkılar yazıp da bu kadar ilgi çekici olmak da kolay bir şey değil. Infant Annihilator ister beğenin ister beğenmeyin rüştünü bu albümle ispat etmiş ve The Battle of Yaldabaoth ile de tartışmaya kendilerini kapatmışlardır. O yüzden bize sunulan bu lütfu iyi değerlendirelim ve bu manyaklar topluluğunu dinleyerek Metal’in en sert halinde çılgınlar gibi eğlenelim. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın!

Albüm Puanı: 10/10



Yorumlar