Herkese selamlar! Bugünkü albüm kritik yazısında benim çok sevdiğim bir gruptan sizlere söz edeceğim. Daha doğrusu grup ve bu yıl çıkan albümünden söz edeceğim. İsveçli “Tribulation”dan bahsettiğimi zaten başlıktan biliyorsunuz. Çok uzun yıllardır, aralıksız takip ettiğim gruplardan birisi olduğu için Tribulation’ın yeri bende her daim farklıdır. Her zaman bu grubun neler yaptığını merakla takip ederim. 2004 yılından bu yana aktif bir şekilde müziklerini icra eden bir grup Tribulation. Zaman içinde gruptan ayrılanlar oldu, Tribulation’ın ilk yıllarındaki Black ve Death Metal karışımı müziği de büyük değişimlere uğradı. Fakat bir şekilde benim aklımı ve kalbimi çalmayı başardı Tribulation. Bu tür değişimlerin hiçbir benim için olumsuzluk anlamına geldi. Elbette hemen hemen her grubun bir süreliğin sıradanlaştığı dönem olmuştur. Buna Tribulation’ı da ekliyor çoğu insan. Fakat ben eklemiyorum. Evet, ilk yıllarındaki kadar agresif bir tavırları yok ama zaten müziklerini farklı yöne doğru evirme kararını çok uzun yıllar önce almışlardı. Bu yüzden de ben hem eski Tribulation’ı hem de şu anki Tribulation’ı çok sevenlerdenim. Çünkü her iki tarafta da çok iyi işler yaptılar ve ne güzel ki yapmaya da devam ediyorlar. Hem de yenilikçi kimliklerinden hiçbir şey kaybetmeden, müziklerini gotik standartlarda en üst seviyeye çıkararak bunu yapıyorlar. İşte bugün, klavyenin başına mutlu mesut bir şekilde oturmamı sağlayan ve bu grubu iyi ki dinliyorum dedirten, yeni Tribulation albümü “Sub Rosa in Æternum”dan sizlere bahsetmek için oturdum. Şimdi biraz Tribulation öveceğim. Belki de çoğu Metal sitesinin aksine cesur ve göğsümü gere gere öveceğim.
Tribulation'ın tarz değişikliği, sert görünümlerini ve Death Metal kimliklerini bir kenara bırakıp, bana göre giderek az grup gördüğümüz Gothic Rock ve Gothic Metal tarafına geçmesi birçok kişinin suratının düşmesine neden oldu. Elbette bunun nedeninin çok iyi idrak edebiliyorum. Death Metal ve Black Metal tarzlarını iyi bir şekilde içselleştirebilmiş gruplardan biriydi Tribulation. Çünkü müzikal perspektifleri bir hayli iyi olan elemanlardan oluşuyor grup. O zamanlar yaptıkları işler birçok kişiyi etkilemiş ve Tribulation’ın İsveç Metal sahnesinden çıkan en heyecan verici gruplardan birisi olarak tanımlıyorlardı. Haklılardı da. Ben de öyle tanımladım çünkü. 2009 yılında yayınladıkları “The Horror” ile ciddi anlamda övgüler toplamış olan grup, sonrasında 2013 yılında “The Formulas of Death” ile bu sert duruşunu devam ettirmişti. Fakat 2015 yılına geldiğimizde ise bugünkü Tribulation’ın esas temelleri atılmış ve bir anda öldü gözüyle bakılan Gothic Metal’i küllerinden yeniden doğurmuştu. Hem de ne doğurma! “The Children of The Night” 2015 yılında adından en çok söz ettiren Metal albümlerinden birisi olmuştu. Grubun bir anda sert bir şekilde yön değiştirmesi “davayı sattılar” olarak nitelendirilmemişti. Çünkü şaşkınlık yaratacak derecede muazzam müzik rengi olan bir albüm olmuştu The Children of The Night. Bugün bile grubun en iyi albümü olarak gösterilmektedir ve bence de öyledir. Tribulation’ın bu gotik yönelimi sadece bir kerelik bir şey miydi yoksa artık Tribulation kendi yolunu kalıcı olarak değiştirmiş miydi? Soru buydu ve cevabını almamız için 2018 yılını beklememiz gerekiyordu. “Down Below” geldi ve Tribulation gotik akımın büyük sembolü olan yarasayı bir kez daha huzurlarımıza, bu defa daha devasa bir şekilde sunmuştu. Kimilerine göre Down Below, The Children of The Night kadar başarılı bir albüm değildi. Kimleri ise bu albümü grubun en iyi albümü olarak dile getiriyordu. Ben ise bunun aksine şunu diyorum hem Down Below hem de The Children of The Night grubun en iyi albümleri oldu. Zaten Down Below’un değeri albümden bir yıl sonra daha fazla anlaşılma başlandı ve albümü yerden yere vuran çoğu kişi de övgü dolu sözler söyleyerek yanıldıklarını kabul etmiş oldular. 2021 yılına geldiğimizde ise grup bir sonraki LP’si olan “Where the Gloom Becomes Sound”u çıkarmıştı. Şarkı yazımları, tema, genel atmosfer olarak her şeyi ile Gotik Metal unsurlarını yine bünyesinde barındıran bir albüm olmuştu. Bu albümün incelemesinde şöyle bir şey demiştim:
“…Where the Gloom Becomes Sound, ben Tribulation’dan ne bekliyorsam aslında hepsini veriyordu. Bunun nedeni ise grubun artık hangi rotada olduğunu bilmem ve bunu kabul etmemdi…”
Evet, gerçekten de grubun hangi rotada ilerlediğini biliyordum ve bu yüzden de yeni Tribulation albümünden de beklentim belliydi. Selefi Down Below kadar görkemli bir albüm olmasa da gayet iyi bir albümdü. Şimdi ise 2024 yılına geldik ve Tribulation bir kez daha Metal camiasında hedef tahtası haline gelecek bir değişime daha imza attı. Bu değişim Gothic Metal’i daha da yumuşatarak Gothic Wave, Gothic Rock alaşımı bir müziğe evirmesi oldu. Hem de grubun baş adamlarından olan “Johannes Andersson”ın vokal konusunda radikal bir değişikliğe giderek temiz vokali daha çok kullanması grubun içindeki değişimi gösteriyordu. Açıkçası albümü baştan sona 6 kez dinledim. Evet, yanlış duymadınız. Tam 6 kez bu albümü baştan sona kadar dinledim. Andersson’ın vokal performansı beni şaşırttı. Brutal vokalde çok özel bir sese sahip olduğunu düşündüm hep. Temiz vokalde neler yapabileceğini bilmiyordum. Bu albümle onu da öğrenmiş oldum. Doğrusu ben temiz vokal performansını da gayet başarılı buldum. O tok ses tonuyla, temiz bir şekilde şarkıları söylüyor olması beni hiç rahatsız etmedi.
Albümün müzikal olarak sunduğu şeylere gelirsek; Tribulation’ın sürekli değişen bir yanı var. Bunu birkaç albümde bir bize gösterdiler. Hem radikal değişimler oluyor hem de ufak tefek değişimlerle bizleri şaşırtmaya çalışıyorlar. Ben bu zamana kadar olan değişimlerin hepsinden memnun kaldım. Oturup Gothic Metal grupları kimlerdir, ne yapıyorlar diye araştırmam. Karşıma çıkanları da dinlemeyi hep tercih etmişimdir. Çünkü gotik sanat akımını seven ve gerçekten de merak eden biriyim. Özellikle resim ve heykelde çok ilgimi çekiyor. Müzik kısmında da denk geldiğim şeyleri doğal olarak dinlemeyi seviyorum. Bu yüzden de Tribulation’ın şu anki bulunduğu nokta beni gayet memnun ediyor. Evet, müziklerindeki yumuşamanın ben de farkındayım. Fakat ortaya çıkan müzik kötü bir müzik değil. Gayet güzel şarkı yazımları var ve yine gotik temanın bütün albümdeki etkisi beni çok mutlu ediyor. Metal gruplarının tercih ettiği her farklı yol hep kötü bir sonuçla sonlanacak diye bir kaide yok. Bence Tribulation da kendi bünyesinde yapmış olduğu değişimler ve yönelmiş olduğu yollarda başarısız olmuş bir grup değil. Sub Rosa in Æternum, grubun bir kez daha değişimini simgeleyen, yerli yerinde bir albüm olmuş. Mükemmel bir iş elbette diyemem. Çünkü Tribulation bizlere çok daha iyi gotik albümler dinletti. Fakat albümün bütünsel olarak yine kulaklarda güzel hissiyatlar bırakan bir albüm olduğunu da söylemeden edemeyeceğim. Tribulation’ın bu yeni haline alışmak bazı kesim için uzun sürecektir. Fakat ben inanıyorum ki bu albümü yerden yere vuranlar bir süre sonra albümün değerini ve güzelliğini fark edeceklerdir. Tribulation, Metal camiasının gotik yüzü olmaya iyi ki devam ediyor. Farklı ve güzel olan bu tarzlarını seviyor ve yürekten destekliyorum.
İsveçli, Tribulation bu yıl çıkardığı Sub Rosa in Æternum ile bir kez daha bizlere farklı bir selamlama yaptı. Ben de bunu kabul ediyor ve grubun Sub Rosa in Æternum sonrasındaki albümlerinin daha etkileyici işler olacağını düşünüyorum. Grubun yaptığı değişimler bende hiçbir zaman olumsuz bir karşılık bulmadı. Dinlemekten büyük keyif aldığım grubun Sub Rosa in Æternum’unu da büyük keyifle dinleyeceğim. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın!
Albüm Puanı: 8/10
Yorumlar
Yorum Gönder