Herkese selamlar! Haftanın bu son gününe bir albüm kritiği yazarak veda etmek istiyorum. Zaten bu hafta “Amon Amarth” konserinden dolayı siteye yazı girişi yapamadım. Fakat geçenlerde konser izlenimlerimi anlattığım detaylı bir yazı ile en azından yaşam belirtisi verdim. O yazıyı okumak için de buraya tıklamanız veya dokunmanız yeterli. Bugün ise sizlere uzunca bir süredir takiop ettiğim, dinlediğim ve varlığından gerçekten çok mutlu olduğum bir grup olan “Alcest”in yeni albümü “Les chants de l'aurore”dan bahsedeceğim. Fransız Post-Black Metal ve Shoegaze grubunun bu albümü haziran ayında çıktı. Ben de listeme almıştım. Fakat kendisinden önce olan albümlerden dolayı anca sıra geldi. Bazen benim için gerçekten çok büyük şeyler ifade eden bir grubun albümü çıktığında o albümü öne alıyor ve kendi çapımda torpil geçiyorum. İşte, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğumu ben de bu şekilde bir kayırma ve kollama ile belli ediyorum. Fakat benimki çok naif olduğu için kimseye bir zararı olmuyor. Alcest’in Metal camiasındaki varlığını bu zamana kadar hep değerli bulmuşumdur. Evet, birçok Post-Black Metal grubu var fakat Alcest’in yaratmış olduğu o sakin, natürel, dramatik, öfkeli, hüzünlü ve heyecanlı duyguları bir arada sentezleme işini aynı derecede başaran pek bir grup yok. Bu yüzden de kendilerinin çıkaracağı her yeni albümde dinleyenleri olarak beklentilerimiz hep yüksek oluyor. Eğriye eğri, doğruya doğru Alcest’i çok severek dinlesem de yılda kaç defa dinlerim orası da meçhuldür. Çünkü kanıma işlemiş olan ekstrem müzikten arta kalan pek zaman olmuyor. O zamanı yarattığımda ancak Alcest’i dinleyebiliyorum. Elbette bu yıl yeni bir Alcest albümünü dinleyeceğimi bilmek beni mutlu etti. Peki, albümü dinledikten sonra neler oldu?
Burada geçmişte yazdığım Alcest albümlerine şöyle bir baktım. 3 tane Alcest albümü yazmışım. Grubu keşfettiğim ve grubun ilk LP’si olan “Souvenirs d'un autre monde”, 2016 yılında çıkan “Kodama” ve 2019 yılında çıkan “Spiritual Instinct”in kritiklerini yazmışım. Halbuki grubun bütün diskografisini dinlemiş biriyim. Hem de epeyce kere dinlemiş biriyim. Fakat taktir edersiniz ki bütün diskografiyi yazma gibi bir şansım çok düşün. Belki ilerleyen zamanlarda, geçmişe döndüğüm albümlerde, bir Alcest albümünün daha kritiğini yazabilirim. Grubun diskografisinde bulunan her albümün gerçekten de çok özel bir yeri olduğunu düşünüyorum. Souvenirs d'un autre monde’u belki çoğu kişi grubun en zayıf albümü olarak görüyordur. Fakat benim için bu albüm de kariyerlerinin ilk LP’si olmasından ve gayet iyi bir iş çıkarmalarından dolayı hep özel bir yerdedir. Sonrasında gelen “Écailles de lune”, “Les voyages de l'âme” ve “Shelter” gibi albümler elbette Alcest’in artık rüştünü çoktan ispatladığı ve şov yaptığı albümlerdir. Zaten bana göre bu son albümü Les chants de l'aurore’a kadar her albümünde ciddi bir gövde gösterisi yapmıştır. Fakat ilk defa bir Alcest albümü bana keyif vermedi ve ilk defa bir Alcest albümünden tat almadığımı yazmak için klavyenin başına oturdum. Bu albümü başa sarıp sarıp dinledim. Kaç kere dinledim inanın saymadım. Fakat duygularımın değişmesini isteyecek kadar dinlediğime emin olabilirsiniz. Fakat ne yazık ki öyle bir şey olmadı. Bana kalırsa Alcest bu defa işin Metal tarafında ipin ucunu iyice kaçırmış ve artık farklı bir rotaya sapacaklarının sinyallerini vermeye başlamışlardır.
Grubun lokomotifi olan “Neige”in müzikal bir dahi olduğunu çok iyi biliyorum. Zatan bu zaman kadar çıkan Alcest albümlerinden bunu anlamak gayet basit bir iş. Tematik albüm yaratma konusunda ve işin melodik ve atmosfer kısmını oluşturmada çok üst düzey bir adam. Bu zamana kadar her albümünde etkileyici işler yapmayı başarmış, her şarkıyla olmasa bile albümde en az 2 şarkıyla tüylerimizi diken diken etmeyi başarmıştır. Zaten şahane olan albümlerde bir de böyle 2-3 olağanüstü şarkılar dinlediğimiz için Alcest’i yere göğe sığdıramıyorduk. Ne gariptir ki Kodama sonrası Alcest’e kanım bir kez daha kaynamıştı. Evet, bu grubu hep seviyordum ama toz tutmuş mobilyalar misali üzerimdeki o Alcest tozunu almış ve yeni pırıl pırıl bir dokunuş yapmıştı. Sonrasında gelen Spiritual Instinct ile bu defa Alcest’in Post-Black Metal’i ne denli hunharca icra ettiğine şahit olmuştum. İşte ben bu Alcest’i seviyorum. Metal’i bir köşeye atmayan, nasıl başladığını unutmadan nasıl devam etmesi gerektiğini hatırlayan Alcest’i. Kodama ve Spiritual Instinct bu yüzden büyük önem taşıyor benim için. Grubun kariyerindeki en sert iki albüm de bu albümler diyebilirim. Açıkçası damarlarımıza böyle albümleri enjekte etmiş Neige’in bu sertlikten vazgeçeceğini düşünmüyordum. Fakat Les chants de l'aurore ile bir kez daha yumuşamayı, atmosferik yoğunluğu ve ne yazık ki aslında önceki albümlerde duyduğumuz melodik partisyonlardan hiç de farklı şeyler duymadığımız bir albüm deneyimi yaşıyoruz. Evet, Alcest’in bir de Shoegaze grubu olduğunu biliyorum. Fakat bu albümde neredeyse yeni hiçbir şey yok. İlk defa bir Alcest albümünde yaratıcılık konusunda sıkıntılar olduğunu ve kendini tekrarlayan riff ve melodik partisyon yazımları ile aslında bir başka Alcest albümünün ikinci diski gibi bir havası olduğunu hissettim. Hiçbir şarkı etkileyici değil ve albüm genel olarak aynı tek düzelik ile devam ediyor. Alcest’in bu noktada ne karar vereceği bence kesin değil. Fakat eğer kariyerine bu albüm gibi albümlerle devam edecekse ne yazık ki benim gibi düşünen birçok kişiyi kendisinden uzaklaştıracaktır. Bir de artık şu Japon teması sıkmadı mı be abi? Tamam artık diyelim buna. Kodama’da şahane şekilde işlenen bir temayı bir de bu albümde yarım yamalak işlemek neyin nesi. Sen Fransız bir grupsun ve şu Asya kültürüne biraz ara verip bizlere moderniteyi getir!
Albümde şu şarkı çok daha iyi diyebileceğim bir şarkı yok. Bu albüm vasat bir Alcest albümü olarak grubun diskografisine yerleşiyor. Bu yıl Ekim ayında İstanbul’da konser verecek aynı zamanda Alcest. Önceki albümlerinin hatırına gidilir ama bu albümden bir şey duymak için ben asla gitmezdim. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın!
Albüm Puanı: 7/10
Yorumlar
Yorum Gönder