İnsanın müzik ile bağlantısındaki en önemli aracı hiç şüphesiz o müziği icra eden şahıslar ve gruplardır. Müzisyenlik hiç şüphesiz sanat icra eden meslekler arasında en popüler ve en göz önüne çıkan meslektir. Bizler eğer bugün birçok şarkı ve birçok müzik türü dinliyorsak bunu müzisyenlere borçluyuz. Müzik ile bağlantı kurmamız biz insanlar için hem psikolojik olarak hem de sosyal varlık olarak hayatımızı sürdürmede büyük önem arz ediyor. Fakat müzik alışkanlıklarımız da dönemsel olarak değişiyor ve bu da gayet normal bir durum. Kendimden örnek vermek isterim. Ortaokul yıllarıma kadar (çocukluk dönemi de diyebiliriz) elektronik müzik dinleyen ve dinlemekle de kalmayıp bir şekilde kendim de elektronik müzik yapmaya çalışan biriydim. Çünkü büyüdüğüm ortam ve sosyal çevremde özellikle pop etkisi inanılmaz fazlaydı. Bu pop etkisi aynı zamanda içinde elektronik müzik öğeleri de barındırıyordu. Ben de pop müziğin kendisinden ziyade o elektronik öğelerle ilgileniyordum. “Royal Gigolos, Global Deejays, Benny Benassi, David Guetta ve Chemical Brothers” gibi o dönemin muazzam isimlerini dinliyor ve bir yandan da bu adamların müziği nasıl icra ettiklerini de araştırıyordum. Fakat bu süreç birkaç yıldan ibaret oldu. Liseye geçiş yaptığımda ise her şey bir anda değişti ve elektronik müzik denen şeyin müzik ile doğrudan bir alakasının olmadığın fark ettim. Başkalarının müziklerini dans edilebilir hale getirerek, müzik enstrümanları ile hiçbir alakası olmadan, sadece bilgisayar ve “turn-table” denen abuk bir aletle yap-boz işini icra ettiklerini gördüm. Yine yukarıda saydığım adamlar bunu çok iyi yapanlardan oldukları için ben onları hala ayrı tutarım. Fakat günümüzde bu iş iyice boka sarmış olduğu için elektronik müzik denen şeyin bir müzik olduğunu kabul dahi edemiyorum. Lise yıllarımda “Metallica” efekti ile Metal ile tanışmıştım ve o zamandan bu zamana Metal’in birçok türünü dinleyerek, öğrenerek ve sindirerek geldim. Hayatıma etki den bu türün içinde tıpkı Metallica etkisi gibi kırılma noktaları oldu. İşte onlardan biri de İsveç menşeili Heavy Metal (sonradan Rock grubu) grubu olan “Ghost” oldu. Ghost, “Black Sabbath”tan sonra beni Heavy Metal’e tekrar ısındıran ikinci grup oldu. Belki bu çok iddialı bir cümle olacak ama durum gerçekten de böyle. Müzik zevklerimin değişmesi ile başlaya sürecin mihenk taşlarından biri de kesinlikle Ghost’tur.
Ghost'un en iyi cover EP’si demek çok zor olsa da yine de iyi bir yerde olduğu kesin. Özellikle Jesus He Knows Me ile kusursuz bir iş ortaya koymuş İsveçli hayalet grup. Geri kalan şarkılar ise ortalama düzeyde. Bir başka yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın!
Ghost, “Opus Eponymous” ile bizlere özlediğimiz o sade, basit fakat aynı zamanda da ciddi anlamda akılda kalıcı Heavy Metal şarkılarını sessiz sedasız bir şekilde sunmuştu. Ben de dahil hiç kimse Ghost’un tek bir albümle büyük bir başarı yakalayabileceğini düşünmemiştir. Fakat Papa Emeritus ve Nameless Ghoul tayfası bunu öylesine hızlı gerçekleştirdi ki, bir anda herkes grubun ikinci albümünü merak etmeye ve neler yapacakları konusunda fikir yürütmeye başladı. Hem gizemli hem ruhani görünüşü olan hem de karanlık tarafın temsilciliğini oldukça yumuşak bir şekilde icra eden bir grup elbette merak konusu olacaktı ve sonraki albümlerin çıkış tarihlerinden önce de bu merak hep sürüp gitti. “Tobias Forge”un enfes müzikal dehası ve planları ile Ghost aldı başını gitti. Elbette Ghost’un da içinde yaşanan zorluklar oldu. Fakat neredeyse bunun hiçbir şekilde kaliteli müzik ve inanılmaz sahne şovu planlarına yansıtmadı Forge. Eh, bu da takdiri hak etmez mi? Ghost’un “Infestissumam”dan bu yana izlediği bir yol haritası var. Bir LP yayınladıktan bir veya iki yıl sonra başka grupların şarkılarından oluşan 5-6 şarkılık bir “cover albüm” yayınlıyor. Bu planlarını bu sene de sürdürdüler ve grubun son LP’si olan ve 2022 yılında çıkan “Impera”dan 1 yıl sonra “Phantomime” adlı cover albümlerini yayınladılar. Elbette Ghost’u yakından takip edenler ve yıllardır dinleyenler böyle bir albümün geleceğini tahmin ediyorlardı. Ben de öyle. Fakat artık Ghost’u eskisi gibi yoğun bir şekilde dinlemediğim için albümü dinleme işini baya sonrasına bıraktım. Geçen ayın ortalarında ilk defa baştan sona Phantomime’ı dinlemiştim. Şimdi de bugün, bu yazıyı yazmak için birkaç defa dinledim. Açıkçası Ghost’un yeni kalabalık hali ilk başlarda benim canımı sıkmış olsa da özellikle Impera gibi şahane bir albüm çıkarmalarıyla Tobias’ın kafasındaki “efsane şov grubu” planını nasıl gerçekleştirdiğine tanıklık etmek de büyük bir şans. Impera ile şahane bir tur gerçekleştirdi Ghost ve gerçekleştirmeye de devam ediyor. Phantomime ise bu tura dahil olmayı başarıyor. Özellikle “Jesus He Knows Me” coverı Ghost’tan duyduğum en iyi cover şarkı olabilir. Abartısız söylüyorum bunu. Zaten Ghost, prodüksiyon kalitesini Impera ile ne üst seviyeye çıkarmıştı. Phantomime ile bu harika kalite devam ediyor. İlk defa bir Ghost albümünü dinlerken “ulan bu nasıl bir kayıt kalitesi” dedim. Bu söylediğim Impera içindi ama Phantomime da aynı sounda sahip olduğu için onu da dahil edebiliriz.
"Television, Genesis, The Stranglers, Iron Maiden ve Tina Turner" gibi oldukça ilginç bir cover listesi var Phantomime’ın. Elbette bir Metalci olarak Iron Maiden coverını deli gibi merak ediyordum. “Phantom of the Opera” gibi virtüözlüğü yüksek bir Maiden şarkısını gerçekten çok iyi çalmışlar. Müzikal olarak ve prodüksiyon kalitesi olarak ortaya harika bir iş çıkmış. Fakat bu şarkıyı dinlemeyi sevmedim. Bu kadar harika bir müzisyenlik işine Tobias’ın sesi ne yazık ki hiç olmamış. Diğer şarkıların Rock ve Pop tarzında olması Tobias’ın sesini daha iyi kullanmasını sağlarken, Maiden’ın Phantom of the Operası’nda resmen acı çekmiş adam. Şarkıyı çok kötü söylediği için de bütün o arkadaki müzisyenlik işleri de gölgede kalıyor. Bu EP’nin hiç şüphesiz en can sıkan şarkısı olmuş. En iyi şarkı da az önce de dediğim gibi “Jesus He Knows Me”dir.
Albüm Puanı: 7/10
Yorumlar
Yorum Gönder