Benim, Death Metal serüvenime başlamamı sağlayan gruptur “Bloodbath”. Birçok kişi için Death Metal’i sevdiren gruplar genellikle Bloodbath’ten daha eski gruplardır. Fakat benim ekstrem türleri dinlemeye başlamamda Bu İsveçli süper grubun etkisi büyüktür. Tabi ki şimdiki Bloodbath ile benim o zamanlar dinlemeye başladığım Bloodbath arasında farklılıklar var. Bloodbath’i keşfetmem de YouTube’taki düşük çözünürlükteki Bloodstock konser kayıtlarıyla olmuştu. “Mikael Åkerfeldt”i Bloodbath’te görünce oldukça şaşırmış ve bir yandan da heyecanlanmıştım. Hiçbir zaman “Opeth” seven veya dinleyen biri olmamışımdır. Fakat Mikael’in sesini gerek temiz vokalde gerekse de brutal vokalde hep etkileyici bulmuşumdur. Bir Death Metal grubunda Mikael’i görmek ve onun o tok brutal sesini dinlemek gerçekten de muazzam bir deneyim olmuştu. Daha sonrasında zaten Bloodbath hakkında araştırma yapmaya başlamıştım. 2013 yılında sitenin 7. albüm kritiğinde Bloodbath’in ilk EP’si “Breeding Death”i yazmıştım (sonra o yazıyı tekrar elden geçirdim yakın zamanda). Öylesine beni etkilemişti ki bu dev grup. Sabah akşam albümlerini dinliyor ve Death Metal’i sadece Bloodbath ile sınırlandırıyordum kendimde. Bir türlü farklı gruplar dinleme ihtiyacı hissetmiyordum Bloodbath yüzünden. Aradan 10 yıl geçti ve hala Bloodbath dinlemeye devam ediyorum. Hala dinliyorum dememin birçok nedeni var. Öncelikle Mikael’in gruptan ayrılması, sonrasında sound olarak berbat bir hale bürünmeleri ve Bloodbath’in o kaliteli şarkı yazımlarının mazide kalması gibi nedenleri sayabiliriz. Her ne kadar “Grand Morbid Funeral” albümünü sevenlerden biri olsam da önceki albümlerine nazaran her şeyin değiştiği ve yiğitliğin bozulduğu da aşikâr. “Nick Holmes”un Bloodbath’e katılmasıyla birlikte bambaşka bir forma bürünen Bloodbath, benim sevdiğim ve seveceğim Bloodbath’ten bir hayli uzak noktadaydı. Bütün bunları ele aldığımızda grubun bu yıl çıkarmış oldukları “Survival of the Sickest” benim için ve eminim birçok Bloodbath dinleyenler için büyük önem arz etmektedir.
Bloodbath'in yeni albümünü heyecanla bekliyordum desem yalan söylemiş olurum. Çünkü 2018 yılında çıkardıkları “The Arrow of Satan Is Drawn” albümleri ile hayata küstürmüşlerdi beni. Berbat soundu bir tık daha öteye taşımışlar ve ne çalındığını duyulması zor bir albüme imza atmışlardı. Evet, ben de Nick Holmes sevmeyenlerden biriyim. Bazıları adamı “Paradise Lost”tan dolayı ilahlaştırmayı seviyorlar fakat benim öyle bir durumum yok. Bloodbath’te en zayıf vokal olarak yerini korumayı başarıyor. Bugüne kadar dinlediğimiz Bloodbath albümlerinin en önemli unsurlarından biri de brutal vokal performansı olmuştur. Mikael ve Peter Tägtgren dehşet verici vokal performansları sergilemişlerdir. Buna kimsenin itirazı olmaması gerekiyor. Nick ise sesi zor bela çıkıyormuş gibi bir vokal performansı ile şarkıları mahvedip duruyor. Hoş, zaten The Arrow of Satan Is Drawn’da şarkılar zaten allahlık olduğu için çok bir çaba harcamasına da gerek kalmamıştı. Şimdi gelelim Survival of the Sickest albümlerine. İlk olarak şunu söylemek isterim ki sonunda bok gibi soundlarını düzeltmeyi başarmışlar. Sonunda birileri dinleyicilerine kulak vermiş ve ne bok yiyoruz biz demiş. Sound iyi olunca haliyle grubun neler çaldığını da rahatlıkla duyabiliyorsunuz. Bu albümü “Resurrection Through Carnage, Nightmares Made Flesh ve The Fathomless Mastery” albümleri ile kıyaslarsanız eğer yerin dibinde kalır ve nefes alamadan geberir gider. Çünkü adını zikretmiş olduğum bu albümler Bloodbath’in ne kadar zalim ve öküzden bozma bir grup olduklarını bizlere en can alıcı şekilde kanıtlayan albümlerdir. Fakat Nick’in gruba dahil olduğu “Grand Morbid Funeral ve The Arrow of Satan Is Drawn” albümlerinden daha iyi bir albüm olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Bunun en büyük nedeni prodüksiyonun daha iyi olmasıdır en başta. Hatta bana sorarsanız Grand Morbid Funeral da bu albümden daha iyidir. Fakat o albümde de yine sound sıkıntısı baş göstermekteydi.
Survival of the Sickest’tı baştan sona 2 kere dinledim. İlk dinlememde bana sıradan bir Death Metal albümünden fazlasını hissettirmedi. Bloodbath’in etkileyiciliğinden yine eser yoktu. Bu yüzden birkaç saat sonra albümü bir daha dinlemek istedim ve dinledim. O zaman da yine aynı hisleri uyandırdı ne yazık ki. Günümüzde birçok Death Metal grubunun yazıp, çalacağı şarkıları dinliyorsunuz. Bana hiç de öyle süper grubun yaptığı bir albüm havasını vermedi. Uzun süredir Bloodbath o havadan bir haber zaten. Bu albüm yayınlanmadan önce grubun yayınladığı albüm kapağını ve şarkı listesini görmüştüm. Albüm kapağını görür görmez zaten boku yedik demiştim. Bazıları ayılıp bayıldı bu albüm kapağına. Hatta mavi renkteki Bloodbath logosunu da oldukça beğendiler. Saygı duyuyorum. Fakat ben dandik bir albüm kapağından başka bir şey göremedim. Bu albüm kapağını bir kenara bırakıp şarkı isimlerine ve albümün temasına bakınca da ayrı bir hayal kırıklığı oluyor. Ergen liseli grupların yazacağı veya adlandıracağı türde şarkı isimleri var. Bir anda korkmaya başladım. Çok kötü bir albüm geliyor diye. Neyse ki korktuğum gibi olmadı. Fakat muazzam bir Death Metal, daha doğrusu Bloodbath albümü de olmadı bu albüm. Şarkıların arasından en sevdiğim şarkı bile olmadı. Her şarkı bana aynı sıradanlığı yaşatmayı başardı. Bu yüzden bu yıl da Bloodbath sadece soundu düzeltmek ile bir seviye atlamış olarak karşımıza çıktı. Ne zaman efsanevi şarkılar yapmaya başlayacaklar bilmiyorum. Bunun için bir kadro değişikliğine ihtiyaçları var gibi geliyor.
Bloodbath, Survival of the Sickest ile normal dozda bir Death Metal albümü yapmış. Yaratıcılık konusunda hiçbir riske girmeden, düz bir albüm ile bizlerin karşısına çıkmışlar. Bu albümü birkaç defa daha dinler, sonrasında da rafa kaldırırım. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın!
Albüm Puanı: 7/10
Yorumlar
Yorum Gönder