Herkese selamlar! Bugün albüm kritik yazılarımın 600. yazısını yazmak için klavyenin başına oturdum. 600 farklı albümü bu siteye yazmak benim için inanılmaz bir başarıdır. Ta öğrencilik yıllarımda başladığım ve herhangi bir kâr amacı gütmeden sadece vaktimi güzelce harcayabileceğim bir uğraş için açmıştım bu blog sitesini. 2012 yılının aralık ayında hayata geçirdiğim Metal Music Share Plus için ilk başlarda saçma sapan içerikler girmiş olsam da daha sonra bu blog sitesi sayesinde hem yazma hem de Metal grupları hakkında araştırma isteğimin daha da çok arttığını fark ettim. Durum böyle olunca da bu siteye daha çok önem vermeye başladım. Eh, bir de bir blog sitesi için ve asla domain almamış bir site için hatırı sayılır bir okuyucu da bulunca elbette daha da şevklendim. Her ne kadar bir ara tamamen yazmayı bıraksam da başka projeler için, en nihayetinde dönüp dolaşıp yine buraya geldim. Buraya olan bağlılığım benim için büyük önem arz ediyormuş meğerse. Bu albüm değerlendirmesinin girişinde hemen bunları söylemek istedim. Şimdi ise 600. albüme geçebiliriz. Ne şans ki 600. albüm değerlendirme yazısı “Trivium”a denk geldi. Uzun yıllardır dinlediğim bir grubun 10. albümünü sitemin 600. albüm değerlendirmesine denk gelmesi hiç de fena olmadı. Bugün sizlere “In the Court of the Dragon”dan söz edeceğim.
2008 yılında çıkan “Shogun” albümüyle aslında Trivium benim için resmen var olmuştu. Evet, önceki albümlerini de dinliyordum ama onlara olan ilgim hiçbir zaman Shogun’a olan ilgim kadar muazzam bir seviyede olmadı. Bugün, Metal camiasında bile Trivium’un Shogun albümü üst seviye albümlerden birisi olarak kabul edilir. Çünkü bu albümdeki her bir şarkı neredeyse birer sanat eseri konumundadır. Bu albüm zaten Trivium elemanlarının virtüözlüklerini hunharca sergiledikleri bir albüm olmuştu. Fakat ne olduysa oldu Shogun’dan sonra Trivium bambaşka bir gruba evrildi. Sanki Shogun ve öncesindeki albümleri yaratan bu grup değilmiş gibi, sanki en az 6-7 farklı rifflerle şarkılar yazan bu grup değilmiş gibi abuk bir zaman dilimine geçtiler. “In Waves” gibi bir albüm açıkçası asla beklemiyordum Trivium’dan. Shogun ile verdikleri “ulan biz efsane bir grubuz” havası “gençler haydi eller havaya” şekli ile yer değiştirmişti. Sonrasında gelen “Vengeance Falls” her ne kadar In Waves’e göre daha iyi şarkılardan oluşuyor olsa da Trivium artık farklı bir rotaya sapmıştı. Vengeance Falls’ta da kötü prodüksiyon albümün fişini çekmişti. Daha beteri de varmış! Vengance Falls sonrasında gelen “Silence In The Snow” ile bütün küfürleri yemeye hak kazanmıştı Trivium. Zaten o albümün neredeyse bahsi bile geçmedi ve yok hükmünde kabul edildi. Bu kadar zırvalıktan sonra artık grubun ne zaman kendine geleceğini bekleyenler vardı. Ben ise umudumu neredeyse kaybetmiş ve Trivium’un da mazide kalanlar listesinde yer alacağını düşünmekteydim. Özellikle bir türlü grupta dikiş tutturamayan davulcular grubun daha da dibe vurmasına neden oluyordu. Derken bir anda 2017 yılında “The Sin and The Sentence” adlı albümle yer yerinden oynadı. Ben dahil birçok Trivium hayranı sanki üzerimize ölü toprağı atılmış gibiydik. Bir anda o toprak The Sin and The Sentence ile toz bulutu halinde dağıldı gitti. Bakın, 2008’de çıkan Shogun’un ardından 11 yıl sonra The Sin and The Sentence ile grup tekrar küllerinden doğdu. Özellikle davulun başına “Alex Bent”in gelmesiyle Trivium resmen titreyip kendine geldi ve ortamlara böylesi muazzam bir albümü saldı. Tarih geçen yılı, yani 2020’yi gösterdiğinde ise Trivium yine gövde gösterisi yapmaya hazır ve nazırdı. The Sin and The Sentence’ın tarzı ile kendini yukarılara tekrar çıkaran Trivium o güvenli limandan ayrılmadan hemen hemen aynı kalitede olan “What the Dead Men Say” albümünü bizlere sundu. Albüm yine süper bir albüm olsa da halefi The Sin and The Sentence ile benzeşen yönleri çok olduğu için açıkçası ben The Sin and The Sentence’ı daha iyi bir albüm olarak konumlandırdım. Şimdi ise tamam mı devam mı?
In the Court of the Dragon’ının bu yıl çıkacağını duyduğumda açıkçası çok şaşırmıştım. Araya giren pandemi süresince zaten hiçbir konser etkinliği gerçekleşmediği için hiç kimse What The Dead Men Say albümünden şarkıları canlı canlı dinleyemedi. Durum böyle olunca Trivium’un da hiçbir acelesi olmadığını düşünüyordum. Hazır güzel bir albüm yapmışlarken bunun kaymağını uzun süre yerler diye düşünmüştüm. Elbet bu konser kısıtlamaları bitecek onlar da çalmaya başlayacaktı. Fakat Trivium her zaman üretken bir grup oldu. Bugün de In the Court of the Dragon ile bunu bir kez daha kanıtladılar. Açıkçası albümün adını da taşıyan In the Court of the Dragon şarkısını yayınladıklarında pek heyecanlanmadım. Nedenini bilmiyorum. Şarkıyı henüz dinlememiştim bile. Sanırım henüz What The Dead Men Say’in etkisi üzerimde duruyordu. Şarkıyı dinlediğimde ise açıkçası hayal kırıklığına uğradım. Çünkü Trivium yine güvenli limanlarda yüzmeyi tercih etmişti. Önceki iki albümden çok da farklı bir şeyler duymadım. Hatta klibin de bir o kadar dandik olduğunu düşünürsek Trivium’un bana göre çok da etkileyici bir şarkı yaratmadığı kanaatindeyim. Klibe herkes garip bir şekilde ayılıp bayıldı fakat ben tam tersine saçma sapan bir şey olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. The Sin and The Sentence ve What The Dead Men Say’den ilk teklileri duyduğumda yaşadığım heyecanı In the Court of the Dragon şarkısında ne yazık ki yaşayamadım. Sonrasında yayınladıkları “Feast of Fire” daha iyi bir şarkı olsa da yine aynı şeyleri dinlettiren bir başka Trivium şarkısı oldu benim için. Aslına bakarsanız bu iki şarkıdan sonra albüme olan ilgim de ne yazık ki azalmaya başladı. In the Court of the Dragon yayınlanmadan bir iki gün önce ortamlara son tekli olan “The Phalanx”i saldı grup. İşte bu şarkı içimde bir şeylerin kıpırdamasını sağladı. Bu şarkıdaki riffler bana Shogun dönemini hatırlattığı için belki de kanım kaynadı. Zaten albümden en çok dinlediğim şarkı da The Phalanx oldu.
Albümün geri kalanını da 2 gündür dinliyorum. Aslında bu albümde yine grubun bir dilemmada kaldığını gördüm ben. Yer yer "Ascendancy" havaları estiren albüm bir yandan da In Waves’in o şeker soundu ile bezenmiş gibiydi. Fakat günün sonunda ise sanki yarım bir The Sin and The Sentence ve yarım bir What The Dead Men Say dinliyormuş gibi hissettim. Albümün açılış şarkısı olan In the Court of the Dragon (X introsunu saymıyorum) zaten baştan beri ısınamadığım bir şarkı olmuştu. Sonrasında gelen “Like a Sword over Damocles”i ise dinlemeye değer buldum. Şarkı genel olarak hoşuma gitti fakat etkileyici bir şarkı olduğunu söylemem zor. “Feast of Fire, A Crisis of Revelation, The Shadow of the Abattoir, No Way Back Just Through” şarkıları aynı dozda şarkılar olmuş. Evet, kendi içlerinde yer yer güzel değişkenleri olsa da günün sonunda sıradan Trivium şarkılarından birkaçı olmaktan öteye gidemediler benim için. “Fall into Your Hands” ise bu albümde dinlemeye değer gördüğüm bir başka güzel şarkı oldu. Gerçekten görkemli bir havası var bu şarkının ve sonrasında gelen “From Dawn to Decadence” ise bizi albümün en görkemli şarkısına hazırlıyor. Bu hazırlık konusunda da oldukça iyi bir iş çıkardığını söyleyebilirim. Albümün bitiş şarkısı ise bana göre bu albümün en güçlü şarkısı olan The Phalanx oluyor. Her şarkıdaki solo yazımlarına yine hayran kaldım. Özellikle Corey’nin solo yazımları her zaman beni etkilemiştir. In the Court of the Dragon’da da oldukça iyi iş çıkarmış üstat. Fakat beni sıkan bir başka durum var bu albümle ilgili. O da Alex Bent! Evet, yanlış duymadınız. En sevdiğim davulculardan birisi olmasına rağmen The Sin and The Sentence’da göstermiş olduğu davul performansından çok da farklı bir şeyler sunmuyor. Bu What The Dead Men Say’de de böyleydi ve şimdi In the Court of the Dragon’da da böyle. Evet, güzel davul partisyonları yazıyor. Fakat bana kalırsa artık biraz daha tarzını genişletmesi gerekiyor. Zira kendisinde bu kapasite var. Artık sürekli aynı davul atakları yapması kendisinin de sürekli tekrara düşmesine neden oluyor. Benim naçizane görüşüm bu yönde en azından.
Sadede gelirsem eğer; bu albüm kesinlikle son iki Trivium albümü gibi muazzam bir albüm değil. Fakat öte yandan neyse ki o 11 yıllık karanlık dönemde çıkan vasat Trivium albümleri gibi de değil. Bence bu albümü çıkarmakta aceleci davranmış grup. Zira çok daha iyi şeyler ortaya çıkabilirlerdi. Bir sene daha bekleselerdi muhtemelen bu şarkılardan birkaçını biz bu albümde dinlemiyorduk. Artık hangilerinin olabileceğini de siz düşünün. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoşça kalın!
Albüm Puanı: 7/10
Yorumlar
Yorum Gönder