Bazı grupları daha önce dinlemesem de adlarını elbette duyuyorum. Adlarını duyduğum halde o grupların albümlerini dinleme işini epeyce bir süre erteleyebiliyor veya ilgimi çekmediği zaman hiç oralı olmuyorum. Her albümü dinleyebilecek durumumun olması elbette imkânsız. Fakat bazı grupları gerçekten de dinlemeyi erteliyorum. Onlardan birini birkaç gün önce buraya yazmıştım. “Morbid Angel”ın adını birçok kez duymuş olmama rağmen oturup grubu doğru düzgün dinlemedim. Sürekli öteledim. Fakat nedense şu günlerde içimde geriye dönüş yapma isteği var. Bu yüzden de ilk olarak Morbid Angel’dan başlamak istedim. “Altars of Madness” albüm değerlendirme yazısında da söylemiştim Death Metal’in adeta kurucu gruplarından birisiydi Morbid Angel. Fakat yalnız değildi. İşte o gruplardan birisi de “Death” idi. Bugün de Death’e olan uzaklığıma bir son vermiş oluyorum. Birçok grup beni çok defa etkilemeyi başardı. Hemen hemen dinlediğim her türden birkaç grup favori gruplarım arasına girdi. Fakat bu yıl içinde dinlerken muazzam derecede heyecan duyduğum ve aynı zamanda böylesine geç dinlediğim için kahrolduğum bir albüm olmadı. İşte, Death’in 1998 yılında çıkardığı ve son stüdyo albümü olarak gösterilen “The Sound of Perseverance” beni resmen hipnotize etti. Albümdeki her bir şarkıyı dinlerken verdiğim ünlemlere bir ara kendim bile inanamadım. Ne olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Death Metal’in böylesine kallavi bir tür olmasında Death’in ne kadar büyük etkisi olabileceğini daha önceleri tahayyül edemiyordum. Şimdi ise 2001 yılında aramızdan ayrılmış olan “Chuck Schuldiner”e şükranlarımı sunuyorum.
Death Metal ile tanışmam “Bloodbath” ile olmuştu. Haliyle Bloodbath gibi insan azmanlarını dinleyip de etkilenmemek söz konusu olamazdı benim için. Fakat Bloodbath’i dinlediğim zaman Death Metal’e yine de çok kendimi verememiştim. Sapık gibi sadece Bloodbath dinliyor ve Death Metal’in köküne inmek gibi bir şey yapmıyordum. Halbuki benim bu zamana kadar kendimle gurur duyduğum en önemli özelliklerimden birisidir bir müzik türünün kökenine kadar inmek, araştırmak ve başlangıçtaki grupları dinleyip özümsemek. Fakat Death Metal’de bunu yapmadım. Çünkü aklımı çelen çok başka gruplar vardı. Onlar da Death Metal icra etmiyorlardı. Evet, biliyordum Death diye bir grup var ve bu grubu dinlemediğim için Death Metal’in ne demek olduğunu tam olarak özümseyemiyordum. Şimdi ise The Sound of Perseverance ile bu grubu dinlemeye başladım. Death Metal’in kendi içinde birçok türlere bölündüğünü hepimiz biliyoruz. Zaten bu bütün Metal türleri içerisinde olan bir şey. Fakat Death’in iskelet yapısına baktığımız zaman ise içinde hem Melodik hem teknik hem de old-school bir Death Metal’in var olduğunu gördüm. Aslında Death Metal Death’in bölünüp parçalara ayrılması ile alt kategorilere ayrılmış resmen. Belki çok iddialı bir cümle olacak ama benim düşüncelerim gerçekten de bu yönde. The Sound of Perseverance öylesine iddialı bir albüm olmuş ki hangi bir albümle kıyaslasam ezerek üstün gelecek. Daha önce dinlediğm Death Metal albümlerinin çok ötesinde bir albüm dinledim ve hala da dinliyorum bu yazıyı yazarken. Ben böylesine riff yoğunluğuna sahip başka bir Death Metal albümü dinlemedim. Teknik grupları belki işin içine dahil edebiliriz. Yine de o grupların yaptıkları müzik The Sound of Perseverance kadar beni tam içerden etkilemeyi başarmadı. Bu albümü dinlerken bunu çok iyi bir şekilde fark ettim. Peki, davul çeşitlemeleri? Bütün albüm boyunca her şeyin muazzam olmasına şaşırmaktan bir hal oldum. Arkadaş soluk almadan bam güm şarkılarla kafanız resmen konser salonuna dönüyor. Richard Christy gerçekten harika bir davul performansı sergilemiş albümde. Chuck’ın yazdığı riffler, sololar ve şarkı sözlerine diyecek en ufak bir negatif sözüm olamaz. Bence kimsenin olamaz. Diyorum ya saygı duyulması gereken virtüözlerden birisi kendisi. Keşke yaşasaydı ve bizlerin daha çok aklını başlarımızdan alsaydı. Vokalde de bir harika olan Chuck’ı övmeye devam edersem muhtemelen sonu gelmesi çok uzun sürecek. Bu albümde bas gitarı çalan Scott Clendenin de çok etkileyici bir bas performansı sergilemiş fakat kendisini 2015 yılında kaybetmişiz.
The Sound of Perseverance, beni bu yıl içinde en çok mutlu eden albümlerden birisi oldu. Her ne kadar 1998 yılında çıkan bir albüm olsa da bu yıl dinlediğim en iyi albümlerin başında geliyor. Death’i böylesine geç dinlemeye başladığım için de yazıklar olsun bana. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere hoşça kalın!
Albüm Puanı: 10/10
Yorumlar
Yorum Gönder