Bazen melodi ve riff yazımı konusunda daha ne kadar ileri gidilebilinir ki, daha farklı neler ortaya konabilir ki diye düşünüyorum. Herhalde sadece bunu düşünen ben değilimdir. Özellikle beste yapan ve yazan biri olarak farklı olmak adına öylesine çok kafa patlatıyorum ki şarkılara, bazen günlerce bir şarkının sadece bir partisyonunu düşünür vaziyette buluyorum kendimi. Elbette ben amatör bir müzisyenim fakat bu işin ehli olmuş adamlar da muhtemelen bu süreçlerden geçmişlerdir ve hala da geçiyor olabilirler. Gerek riff yazımı, gerek melodik partisyonlar gerekse de güfte yazımı konusunda kendilerini tekrar etmemek oldukça zor bir iş. Fakat bunu efsane bir şekilde yapan gruplar da yok değil. İşte bugün o grupların en muntazam olanı “Soen”i bir kez daha ve gururla sitede ağırlıyorum. 2017 yılında çıkan “Lykaia” adlı albümlerinden sizlere söz edeceğim.
Siteyi takip edenler bilir, 2019’un en iyi albümü olarak Soen’in “Lotus”unu seçmiştim. Birçok efsanevi albüm dinledim fakat daha Lotus’u ilk dinlediğim andan itibaren bu albümün üzerine efsanevi bir şeyin gelmesi gerekiyor diye düşünüyordum. Kimilerinize göre geldi belki de. Fakat benim taptığım Mgła’nın “Age of Excuse” albümü bile yetişemedi Lotus’a. Her şeyden önce bir müzikal deha ürünüydü Lotus. Baştan sona her şarkıda Progressive Metal’in bütün nimetlerini dinlettirdi bana. Eminim ki birçoğunuz için de durum böyledir. Kimse kalkıp Lotus için kötü bir albüm diyemez. Derlerse de kulaklarını bir yıkamaları gerektiğini söylerim onlara. Abartı gibi gelse de Lotus dinlediğim en efsanevi albümler arasına girdi ve her daim bunu göğsümü gere gere söyleyeceğim. Lotus’u yazmadan önce Soen’in ilk albüm kritiğini 2014 yılında çıkardıkları “Tellurian” ile yapmıştım burada. O albüm hakkında genellikle orta karar düşüncelerim vardı. Bugün de yine o şekilde. Bana göre Tellurian içinde potansiyeli olmasına rağmen o potansiyeli bir türlü dışarı aktaramamış bir albüm olarak kaldı. Zaten bu albümlerinden sonra da Lykaia geldi. Lykaia’yı dinlemeden önce beklentimi biraz düşürmüştüm açıkçası. Çünkü Lotus ile en iyi Soen albümünü dinlediğimi düşünüyordum. Bu yüzden de Tellurian’dan sonra gelen Lykaia’nın sadece birkaç adım daha iyi olacağını düşünmüştüm. Bu defa düşüncemde yanılmadım.
Kulaklığımı kulağıma takıp albümün açılış şarkısı olan “Sectarian”ı çalmaya başladığımda bir anda dumura uğradım. İnanılmaz derecede iyi bir açılış şarkısı ile karşılaşacağımı inanın hiç düşünmemiştim. Gerek yazılan riffler, gerek davulun çeşitlemeleri ve elbette yine bir Soen klasiği olarak “Ekelöf”ün muazzam şarkı söylemesiyle, her şeyi ile mükemmel bir şarkı ile albüme girdim bir anda. Şarkı devam ederken Lotus ile kafa kafaya eşit bir albüm dinleyeceğim galiba dedim. Özellikle güftedeki pürüzsüzlük beni benden aldı. İkinci şarkıda biraz daha geri çekilme yaşadıysam da artık albümün çok iyi olacağını kafama koymuştum. Fakat olmadı. Sonraki bütün şarkılar ne yazık ki ortalama bir kaliteye sahip ve Tellurian’da yaşadığım o üzücü sahneler tekrar zihnime nüfus etti. Albümün en iyi şarkısını daha başta tüketmiş olmamın verdiği hezeyan ile albümün son şarkısına kadar suratım ekşimiş bir şekilde geldim. Şimdi burada bir ikilem var. Eğer bu albümü Lotus’u dinlemeden önce dinlemiş olsaydım ve Tellurian’ın yarattığı hayal kırıklığından sonra Lykaia’nın daha derli toplu bir albüm oluşu belki de bu albüm için daha iyi şeyler söylememi sağlayacaktı. Diğer durumu ise tahmin ediyorsunuzdur. Lotus’un muazzamlığı yanında Lykaia’yı değerlendirmem biraz zorlaşıyor. Albüm kesinlikle kötü bir albüm değil. Fakat Lotus ile kıyasladığımda daha duygu yüklü ve ağır ağır giden bir albüm. Progresiflik yönünden hiçbir eksiği yok. Fakat gönül isterdi ki bu albümde de bir “Rival” olsun veya bir “Covenant” gibi gümbür gümbür parçalar olsun isterdim. Ayrıca oldukça fazla vokal üzerine dayalı bir albüm olmuş. Evet, Ekelöf’ün sesinin nimetlerinden olabildiğince faydalanmak istiyor İsveçli abilerimiz fakat biraz ucunu kaçırmışlar.
Albüm prodüksiyon işleri açısından kusursuz bir albüm. Bütün sesleri berrak bir şekilde kulağınızda duyuyorsunuz. Lykaia için aslında Lotus’un habercisi diyebiliriz de. Zira şarkı yazımları ve vokal partisyonlarının güçlülüğü fakat ikisinin dozunun eksik veya fazla kalmasından dolayı olan negatif durum, Lotus ile sıfıra indirilmiş. Matematiksel olarak aynı düzlemi kullanan albümler olduğu zaten su götürmez bir gerçek. Görüşmek üzere!
Albüm Puanı: 8/10
Siteyi takip edenler bilir, 2019’un en iyi albümü olarak Soen’in “Lotus”unu seçmiştim. Birçok efsanevi albüm dinledim fakat daha Lotus’u ilk dinlediğim andan itibaren bu albümün üzerine efsanevi bir şeyin gelmesi gerekiyor diye düşünüyordum. Kimilerinize göre geldi belki de. Fakat benim taptığım Mgła’nın “Age of Excuse” albümü bile yetişemedi Lotus’a. Her şeyden önce bir müzikal deha ürünüydü Lotus. Baştan sona her şarkıda Progressive Metal’in bütün nimetlerini dinlettirdi bana. Eminim ki birçoğunuz için de durum böyledir. Kimse kalkıp Lotus için kötü bir albüm diyemez. Derlerse de kulaklarını bir yıkamaları gerektiğini söylerim onlara. Abartı gibi gelse de Lotus dinlediğim en efsanevi albümler arasına girdi ve her daim bunu göğsümü gere gere söyleyeceğim. Lotus’u yazmadan önce Soen’in ilk albüm kritiğini 2014 yılında çıkardıkları “Tellurian” ile yapmıştım burada. O albüm hakkında genellikle orta karar düşüncelerim vardı. Bugün de yine o şekilde. Bana göre Tellurian içinde potansiyeli olmasına rağmen o potansiyeli bir türlü dışarı aktaramamış bir albüm olarak kaldı. Zaten bu albümlerinden sonra da Lykaia geldi. Lykaia’yı dinlemeden önce beklentimi biraz düşürmüştüm açıkçası. Çünkü Lotus ile en iyi Soen albümünü dinlediğimi düşünüyordum. Bu yüzden de Tellurian’dan sonra gelen Lykaia’nın sadece birkaç adım daha iyi olacağını düşünmüştüm. Bu defa düşüncemde yanılmadım.
Kulaklığımı kulağıma takıp albümün açılış şarkısı olan “Sectarian”ı çalmaya başladığımda bir anda dumura uğradım. İnanılmaz derecede iyi bir açılış şarkısı ile karşılaşacağımı inanın hiç düşünmemiştim. Gerek yazılan riffler, gerek davulun çeşitlemeleri ve elbette yine bir Soen klasiği olarak “Ekelöf”ün muazzam şarkı söylemesiyle, her şeyi ile mükemmel bir şarkı ile albüme girdim bir anda. Şarkı devam ederken Lotus ile kafa kafaya eşit bir albüm dinleyeceğim galiba dedim. Özellikle güftedeki pürüzsüzlük beni benden aldı. İkinci şarkıda biraz daha geri çekilme yaşadıysam da artık albümün çok iyi olacağını kafama koymuştum. Fakat olmadı. Sonraki bütün şarkılar ne yazık ki ortalama bir kaliteye sahip ve Tellurian’da yaşadığım o üzücü sahneler tekrar zihnime nüfus etti. Albümün en iyi şarkısını daha başta tüketmiş olmamın verdiği hezeyan ile albümün son şarkısına kadar suratım ekşimiş bir şekilde geldim. Şimdi burada bir ikilem var. Eğer bu albümü Lotus’u dinlemeden önce dinlemiş olsaydım ve Tellurian’ın yarattığı hayal kırıklığından sonra Lykaia’nın daha derli toplu bir albüm oluşu belki de bu albüm için daha iyi şeyler söylememi sağlayacaktı. Diğer durumu ise tahmin ediyorsunuzdur. Lotus’un muazzamlığı yanında Lykaia’yı değerlendirmem biraz zorlaşıyor. Albüm kesinlikle kötü bir albüm değil. Fakat Lotus ile kıyasladığımda daha duygu yüklü ve ağır ağır giden bir albüm. Progresiflik yönünden hiçbir eksiği yok. Fakat gönül isterdi ki bu albümde de bir “Rival” olsun veya bir “Covenant” gibi gümbür gümbür parçalar olsun isterdim. Ayrıca oldukça fazla vokal üzerine dayalı bir albüm olmuş. Evet, Ekelöf’ün sesinin nimetlerinden olabildiğince faydalanmak istiyor İsveçli abilerimiz fakat biraz ucunu kaçırmışlar.
Albüm prodüksiyon işleri açısından kusursuz bir albüm. Bütün sesleri berrak bir şekilde kulağınızda duyuyorsunuz. Lykaia için aslında Lotus’un habercisi diyebiliriz de. Zira şarkı yazımları ve vokal partisyonlarının güçlülüğü fakat ikisinin dozunun eksik veya fazla kalmasından dolayı olan negatif durum, Lotus ile sıfıra indirilmiş. Matematiksel olarak aynı düzlemi kullanan albümler olduğu zaten su götürmez bir gerçek. Görüşmek üzere!
Albüm Puanı: 8/10
Yorumlar
Yorum Gönder