Merhaba sevgili dostlarım, bugün sizlere çok severek dinlediğim ve “The Coming Scourge” albümlerinden beri kendilerini büyük bir hayranlıkla takip ettiğim Hollandalı Death Metal grubu “Bodyfarm”ın yeni albümü olan “Dreadlord”dan söz edeceğim. Bu adamların albümlerin dinlemek beni öylesine gaza getiriyor ki, kendimi duvarlara falan vurasım geliyor. Thrash Metal’den evrilmiş olan Death Metal’in günümüzdeki en göz alıcı temsilcileri olma yolunda ilerliyorlar bana sorarsınız. 2010 yılından itibaren buralarda dolaşıyor Hollandalı genç arkadaşlarımız ve ben yaptıkları müziği çok seviyorum. Her albümlerinde kendilerini daha da geliştirerek geldiler. Daha bugün çıkan Dreadlord albümlerini hemen en ön sıraya kaynak yaptım. Zira bu albümü ertelemek istemiyorum ve sıcağı sıcağına sizlerle paylaşmak istiyorum. Metal Blade Records gibi dev bir firmanın bandrolünde albüm çıkaran Bodyfarm’ın yeni dehşet albümünün içine girmeye hazırsanız eğer buyurun efenim savaş alanına.
Bugün hala The Coming Scourge’ı dinlediğimde kafa sallayarak dolaşırım. Otobüste, trende denk geldiğinde herhangi bir şarkısı, bir bakmışım kafamı istemsizce sallamaya başlamışım. Öyle efsane enerjileri var ki, günümüzün atmosferik kırlarında koşmak isteyen birçok Metal oluşumunun aksine bu adamlar hiç oralara bulaşmadan Thrash ve Death öğeleri ile yardırıyorlar. Brutal vokalin bir an olsun susmadığı, gitar sololarının kısa süreli de olsa şarkılarda palazlandığı sapına kadar bir Death Metal grubu Bodyfarm. Hollandalı oluşlarından mı yoksa tanıtımlarının çok iyi yapılmasından mı bilemiyorum bu grubun kitlesi henüz tatmin edici bir seviyede değil. Halbuki kafa yardıran müzik yapan böylesi bir grubun sahnelerde daha fazla boy göstermesi gerekir diye düşünüyorum. The Coming Scourge’dan sonra 2015 yılında gelen “Battle Breed” grubun aslında esas patlama yaptığı albüm olmuştur. Birçok underground köşe yazarı bu albüm için o yılın en iyi albümlerinden biri olarak adlandırmıştır. Gerçekten de Bodyfarm yine muazzam enerjisi ile savaş çığlıkları attığı Battle Breed’te gövde gösterisi yapmıştır. Bu albümü baştan sona sıkılmadan dinleme garantisi verebilirim sizlere. Bodyfarm’ın en önemli özelliklerinden biri abartısız olmaları sanırım. Her şeyi formülüne göre yapıyorlar ve bu formülüne uyma Bodyfarm’da işliyor. Belki birçok grup bunu uyguluyor ama ne yazık ki yazılan rifflerin çelimsizliği yüzünden sınıfta kalıyorlar. Bodyfarm ise riff yazma konusunda kesinlikle çok iyi bir noktada. Özellikle Battle Breed ile bunu kanıtlamışlardı. Dreadlord da ise yine üstüne koyarak gelmişler. Allah yarattı demeden (ki demiyorlar) çalmışlar. Uzun uzadıya şarkılar yerine kısa süreli ve dur durak bilmeyen yüksek tempolu şarkılarıyla albümü şenlendirmişler. Albümü baştan sona iki kez dinledim ve bu yazıyı yazarken bir daha dinliyorum. Adamlar yapmış!
Death Metal konusunda ne kadar acı çektiğimi bu siteyi başından beri takip edenler iyi hatırlar. Son 6 ayda Death Metal konusunda kendimi artık biraz daha yeterli görür oldum. Evet, sürekli Death Metal albümleri dinlemiyorum. Fakat “Cattle Decapitation, At The Gates , Bloodbath” gibi grupları dinlemeye başladığımda ise o günü Death Metal günü ilan ediyorum. Elbette bu ağır ağabeylerin arasına Bodyfarm’ı yerleştirmeyi de unutmuyorum. Dreadlord, klasik bir Bodyfarm albümü gibi patlama garantisi veren bir albüm olmuş. Sadece albümün yedinci şarkısı olan “Eternal” bir dakikayı hafif geçkin süreli bir enstrümantal es veren şarkı olarak hızınızı bir süreliğine kesiyor. Bence buna hiç gerek yoktu. Bıraksalardı da kafamızı gözümü dağıtmaya devam etseydik. Kaptırmışız gidiyoruz ne güzel..! Bodyfarm kesinlikle dersine çok iyi çalışan bir grup. Yapması gereken ne varsa yapıyor ve dinleyenini zevkten dört köşe yapmayı beceriyor.
Albüm öylesine güçlü bir sounda sahip ki, kendinizi albüm gibi kayadan oluşmuş hissedebiliyorsunuz. Bu duruma dikkat edin. Çünkü kafanızı çok şiddetli sallayabilirsiniz ve boynunuz zedelenir. Şaka yapmıyorum. Bu albüm ona sebep olabilir. Hatta “Angelreaper” adlı şarkısı bana bunu yaşatıyordu. Ama iyiyim merak etmeyin. Öyle kallavi bir şekilde giriyor ki şarkıya “e yuh ama” diyorsunuz. Zaten albümün bu dokuzuncu şarkısına kadar kan ter içinde kalarak gelmişsiniz ve hala canınıza kastediyorlar. Ayıp! Şaka bir yana albümdeki bütün şarkılar gerek riff yazımları olsun, gerek basgitarın çok efektif bir şekilde kullanımı olsun, gerek davulun ortalığı yıkıp geçmesi olsun ve gerekse de sesine hayran olduğum “Thomas Wouters”ın şahane performansı ile muazzam olmuşlar.
.......................................................
Dostlarım bu cümleyi benim için tamamlamak çok zor oldu. Zira Thomas’ın soyadını doğru yazmak için internete girip baktığımda bu genç ve güzel adamın ağustos ayında kanserden öldüğünü öğrendim. Ne diyeceğimi bilemedim. Ne yazacağımı bilemedim. Boğazımda düğümlendi her şey. Ölmeden önce kayıtları biten Dreadlord albümü Thomas’un son albümü olmuş meğerse. Bodyfarm’ın geri planda kalıyor oluşu Thomas’ın ölümünden de bir haber yaptı beni. O kadar kızdım ki kendime anlatamam. Fakat şu an içim çok buruk gerçekten. Daha 31 yaşında hayata veda eden ve belki de Death Metal’in en muazzam seslerinden ve bestecilerinden birisi olma yolunda olan Thomas’ın yolculuğu ne yazık ki yarım kaldı. Bundan sonra pek bir şey yazmak istemiyorum. Zira yeterince yazdım zaten. Dreadlord artık sadece muazzam bir Death Metal albümü değil, aynı zamanda benim için en özel albümlerden biri olarak kalacak. Çok üzgünüm Thomas için. Hoşça kalın!
Albüm Puanı: 9/10
Bugün hala The Coming Scourge’ı dinlediğimde kafa sallayarak dolaşırım. Otobüste, trende denk geldiğinde herhangi bir şarkısı, bir bakmışım kafamı istemsizce sallamaya başlamışım. Öyle efsane enerjileri var ki, günümüzün atmosferik kırlarında koşmak isteyen birçok Metal oluşumunun aksine bu adamlar hiç oralara bulaşmadan Thrash ve Death öğeleri ile yardırıyorlar. Brutal vokalin bir an olsun susmadığı, gitar sololarının kısa süreli de olsa şarkılarda palazlandığı sapına kadar bir Death Metal grubu Bodyfarm. Hollandalı oluşlarından mı yoksa tanıtımlarının çok iyi yapılmasından mı bilemiyorum bu grubun kitlesi henüz tatmin edici bir seviyede değil. Halbuki kafa yardıran müzik yapan böylesi bir grubun sahnelerde daha fazla boy göstermesi gerekir diye düşünüyorum. The Coming Scourge’dan sonra 2015 yılında gelen “Battle Breed” grubun aslında esas patlama yaptığı albüm olmuştur. Birçok underground köşe yazarı bu albüm için o yılın en iyi albümlerinden biri olarak adlandırmıştır. Gerçekten de Bodyfarm yine muazzam enerjisi ile savaş çığlıkları attığı Battle Breed’te gövde gösterisi yapmıştır. Bu albümü baştan sona sıkılmadan dinleme garantisi verebilirim sizlere. Bodyfarm’ın en önemli özelliklerinden biri abartısız olmaları sanırım. Her şeyi formülüne göre yapıyorlar ve bu formülüne uyma Bodyfarm’da işliyor. Belki birçok grup bunu uyguluyor ama ne yazık ki yazılan rifflerin çelimsizliği yüzünden sınıfta kalıyorlar. Bodyfarm ise riff yazma konusunda kesinlikle çok iyi bir noktada. Özellikle Battle Breed ile bunu kanıtlamışlardı. Dreadlord da ise yine üstüne koyarak gelmişler. Allah yarattı demeden (ki demiyorlar) çalmışlar. Uzun uzadıya şarkılar yerine kısa süreli ve dur durak bilmeyen yüksek tempolu şarkılarıyla albümü şenlendirmişler. Albümü baştan sona iki kez dinledim ve bu yazıyı yazarken bir daha dinliyorum. Adamlar yapmış!
Death Metal konusunda ne kadar acı çektiğimi bu siteyi başından beri takip edenler iyi hatırlar. Son 6 ayda Death Metal konusunda kendimi artık biraz daha yeterli görür oldum. Evet, sürekli Death Metal albümleri dinlemiyorum. Fakat “Cattle Decapitation, At The Gates , Bloodbath” gibi grupları dinlemeye başladığımda ise o günü Death Metal günü ilan ediyorum. Elbette bu ağır ağabeylerin arasına Bodyfarm’ı yerleştirmeyi de unutmuyorum. Dreadlord, klasik bir Bodyfarm albümü gibi patlama garantisi veren bir albüm olmuş. Sadece albümün yedinci şarkısı olan “Eternal” bir dakikayı hafif geçkin süreli bir enstrümantal es veren şarkı olarak hızınızı bir süreliğine kesiyor. Bence buna hiç gerek yoktu. Bıraksalardı da kafamızı gözümü dağıtmaya devam etseydik. Kaptırmışız gidiyoruz ne güzel..! Bodyfarm kesinlikle dersine çok iyi çalışan bir grup. Yapması gereken ne varsa yapıyor ve dinleyenini zevkten dört köşe yapmayı beceriyor.
Albüm öylesine güçlü bir sounda sahip ki, kendinizi albüm gibi kayadan oluşmuş hissedebiliyorsunuz. Bu duruma dikkat edin. Çünkü kafanızı çok şiddetli sallayabilirsiniz ve boynunuz zedelenir. Şaka yapmıyorum. Bu albüm ona sebep olabilir. Hatta “Angelreaper” adlı şarkısı bana bunu yaşatıyordu. Ama iyiyim merak etmeyin. Öyle kallavi bir şekilde giriyor ki şarkıya “e yuh ama” diyorsunuz. Zaten albümün bu dokuzuncu şarkısına kadar kan ter içinde kalarak gelmişsiniz ve hala canınıza kastediyorlar. Ayıp! Şaka bir yana albümdeki bütün şarkılar gerek riff yazımları olsun, gerek basgitarın çok efektif bir şekilde kullanımı olsun, gerek davulun ortalığı yıkıp geçmesi olsun ve gerekse de sesine hayran olduğum “Thomas Wouters”ın şahane performansı ile muazzam olmuşlar.
.......................................................
Dostlarım bu cümleyi benim için tamamlamak çok zor oldu. Zira Thomas’ın soyadını doğru yazmak için internete girip baktığımda bu genç ve güzel adamın ağustos ayında kanserden öldüğünü öğrendim. Ne diyeceğimi bilemedim. Ne yazacağımı bilemedim. Boğazımda düğümlendi her şey. Ölmeden önce kayıtları biten Dreadlord albümü Thomas’un son albümü olmuş meğerse. Bodyfarm’ın geri planda kalıyor oluşu Thomas’ın ölümünden de bir haber yaptı beni. O kadar kızdım ki kendime anlatamam. Fakat şu an içim çok buruk gerçekten. Daha 31 yaşında hayata veda eden ve belki de Death Metal’in en muazzam seslerinden ve bestecilerinden birisi olma yolunda olan Thomas’ın yolculuğu ne yazık ki yarım kaldı. Bundan sonra pek bir şey yazmak istemiyorum. Zira yeterince yazdım zaten. Dreadlord artık sadece muazzam bir Death Metal albümü değil, aynı zamanda benim için en özel albümlerden biri olarak kalacak. Çok üzgünüm Thomas için. Hoşça kalın!
Albüm Puanı: 9/10
Thomas Wouters / 1987-2019 |
Yorumlar
Yorum Gönder