Evet, işte geldik sürekli yazmayı ertelediğim bir albümü sizlere anlatmaya. Bu albüm hakkında öyle çok söyleyecek şeyim var ki, sadece bir buçuk sayfalık bir Word dosyasına sığdırmaya çalışmak epeyce zor olacak benim için. Neden bir buçuk sayfa ki? diye soranlar olmuştur. Albüm değerlendirmelerini yazarken maksimum bu ölçütü belirledim. Çok fazla derinlerde bir şey yok yani. Günümüzün en büyük metal grubu hangisi diye sorulsa herhalde birçoğumuz Metallica deriz. Fakat bu birçoğumuzun Metallica demesinin sebepleri farklı farklıdır illa ki. Yapılan albümlerin satış başarısı, kitleleri peşinden sürükleme, metal endüstrisi diye bir kol oluşturma, insanları siyah giydirme, gaz şarkılarla akılları baştan alma ve belki de metal tarihinin en çok dinlenen “Ballad” şarkılarını yapmış olmalarıyla Metallica günümüzün en büyük metal grubudur. Şimdi bu grubun en fazla satış rakamına ulaşan ve Metallica’nın tüm dünyada yankılanmasını sağlayan albümü “Metallica (Black Album)” albümünün karanlığına inelim ve yılanı bulmaya çalışalım.
Bu albümü incelemek için kendimi hiçbir zaman hazır hissetmedim. Önceki yıllarda da çok fazla klavyenin başına oturmuş ve tek bir cümle yazmadan klavyenin başında saatlerimi harcamıştım. Çünkü sadece Thrash Metal için değil, tüm metal dünyası için mihenk taşı bir albüm olma özelliği taşıyor. Black Album’ü dinlememiş bir metalci olamaz diye düşünüyorum. Tüm albümü dinlemese bile en az üç şarkıyı dinlemiştir bu albümden. Türkiye’de hala birçok genç dostum “Nothing Else Matters” ile metal dünyasına giriş yapıyor. Biraz tuhaf ama durum tamda söylediğim gibi. Ben de “Mama Said” ile başlamıştım metal müzik yolculuğuma. Akustik şarkılar demek ki bu işin en çok cazibe oluşturan noktası. Bir de ergeniz doğal olarak. Serseri mayın gibiyiz ama içimize işleyecek, bizi tiriplere sokacak ve depresyon moduna gireceğimiz şarkılara ihtiyaç duyuyoruz. Neyse ki ben ve benim gibi o yaşlarda biraz daha kafasını çalıştırmayı başaran dostlarım böylesi akustik şeylere yönelerek duygusal fetişi giderdik. Peki ya arabesk bataklığına saplananlar? İşte onlar hala saplandıkları yerde kaldılar, “SAD BUT TRUE”.
"Kill'Em ALL" gibi Thrash Metal’in çağını açan ve potansiyellerini daha ilk albümle ağzımıza ağzımıza sokan Metallica, çıktığı dönemde adeta elinde meşale ile dolaşıyordu. O kıvılcım çoktan tutuşmuştu. “Hit The Lights” ile bizler her yeri alev kırmızısına boyamıştık. Öylesine hızlı şarkılar yapmıştı ki Metallica, daha önce hiç bu kadar ileri gidilmemişti. Haliyle bu durum da Rock camiasında yeni tat arayan birçok kişinin ağzının sulanmasına yetti. Fakat esas iplerin kopmasını biz 1984’te çıkan ve kırmızıdan maviye geçişin müthiş cüretkârlığı ile “Ride The Lightning” ile gördük. Bugün bana sorsalar Metallica’ya olan saygının en büyük nedeni nedir diye, sadece iki albüm ismi ile buna cevap veririm:
RIDE THE LIGHTNING ve …AND JUSTICE FOR ALL
Ride the Lightning’in varlığı sayesinde bugün birçok grup muhteşem müzik yapabiliyor. Çünkü öylesine fazla insanları etkiledi ki, eline gitarını alan bir adam hemen “Creeping Death” gibi bir şarkıyı çalmak istiyor. Çünkü duyulmayan, hissedilmeyen, yazılmayan ne varsa o dönem, bu 4 manyak adam, onların hepsini gün yüzüne çıkardı. Arkasından gelen “Master of Puppets” bugün dünyanın en iyi metal albümleri arasında yer alıyor. Ben de çok severim fakat Master of Puppets’ın arkasından öyle bir albüm geldi ki, kim ne derse desin gölgede bıraktı onu. …"And Justice For All", Metallica’nın en büyük gövde gösterisi yaptığı albümdür. Gerek yazılan riffler, gerek şarkı sözleri gerekse de bir daha asla ama asla Lars’tan duyamayacağımız muazzam davul çeşitlemeleri ile herkesin önünde ceketinin düğmesini ilikleyeceği bir albüm oldu. Her ne kadar “Jason Newsted”a oldukça büyük haksızlık yapılsa da Lars tarafından, Justice albümü Metallica’nın konserlerde en çok çaldığı şarkıların barındığı albümdür.
Black Album ile işler sil baştan başlıyor dostlarım. Çünkü Metallica öyle bir güç aldı ki arkasına, yaptığı müzik ile öylesine fazla kitleyi kadrosuna dahil etti ki akıl sır erdiremezsiniz. Stadyumlar doldurmaya daha 4 albümle başladı. Büyük prodüksiyonlar ile sahneler süslemeye daha 4 albümle başladı. Plak şirketlerini kapısında kuyruk sallatmaya daha 4 albümle başladı. Düşünün siz gerisini. Hal böyle olunca hiçbir şeyden korkmayarak müzik yapmak istedi Metallica. Ne albüm satılır mı endişesi ne millet beğenir mi endişesi güttüler. Tamamen kendileri ne yapmak istiyorlarsa onları yaptılar. İşte bunun en güzel örneği Black Album’dur. Elbette daha sonrasıdır. Artık ilk 4 albümde dinlediğimiz o koşturan hız yerini daha oturaklı, daha ağır rifflere bıraktı. Justice’te davulda aklımızı başımızdan alan Lars, Black Album ile birlikte tek düze davulculuğa merhaba dedi. Bir daha öyle aşırı şeyler duymadık kendisinden. Zaten Lars erken yaşlandı nedense. Bir yandan Slayer’da “Dave Lombardo” davulunu parçalarken, bir yandan Lars “bam küt, bam küt” şeklinde davul çalıyor. İlginç. Black Album’un bu denli başarılı olmasının en büyük sebebi kesinlikle yazılan “HEAVY METAL” gitar riffleridir dostlarım. Evet, Thrash Metal’i bir süreliğine kapının dışına koymuştu Metallica ama elinde beklettiği bir kozu daha vardı. O da işte Black Album’de bizlere dinlettirdiği muazzam rifflerdi. “Enter Sandman”in akılda kalıcılığı, dillere pelesenk olan nakaratı günümüzün hala en “catchy” metal şarkısı olmasını sağlamıştır. Bob Rock ile serüvenin başladığı ilk albümüdür Metallica’nın. Keşke burada ilişkiyi kesselermiş. Tadında bıraksalarmış. Zira sonrasında yapılan albümler oldukça üzücü oldu. “St. Anger” gibi bir şeyi insanın beğenisine sunulabileceğini söyleyen de yine Bob Rock’tır.
Bir buçuk sayfayı geçiyorum bu paragraf ile. Tamam tamam, bitiriyorum. Albüm prodüksiyon olarak oldukça başarılıdır dostlarım. İşin güzel taraflarından birisi ise Jason’ın bas gitarda neler yaptığını duyabiliyoruz nihayet. İzinler çerçevesinde oldukça mutlu eden bir performans sergilemiş üstat. Ben severim Jason’ı. Black Album’den çıkan “Enter Sandman, Sad But True, The Unforgiven, Wherever I May Roam, Nothing Else Matters” grubun klasikleri arasına girmiştir. Hemen hemen her konserinde bu şarkıları duyarsınız. Benim de Wherever I May Roam dinlerken kendimden geçtiğimi söylemem gerekir. 1991 yılında çıkan ve en çok kopya satan metal albümlerinin başında gelen Black Album’un bu başarısını kesinlikle ayakta alkışlıyorum. Albüm mükemmel değil. Fakat pazarlaması mükemmel dostlarım. Şu an bile Metallica’nın yaptığı en kötü albümün satışına bakarsanız demek istediğimi çok iyi anlarsınız. Yaklaşık 32 milyon satışı ile Black Album göz kamaştırıcı bir başarıya sahip dostlarım. Fakat işlerin değişim sinyalinin de verildiği bir albüm oldu bu albüm. Zira sonrasında gelen “Load” ve “ReLoad” Metallica’nın başını ağrıtmış albümlerdir. Gerçi sırf bu iki baş ağrısı 50 milyon satışa ulaştı. Komik değil mi?
Öyle ya da böyle metal camiasının en iyi albümlerinden biri olarak kabul edilen Black Album, bugün hala canlılığını ilk günkü gibi koruyabiliyorsa, aradan geçen neredeyse 30 yıla rağmen stadyumlarda genç-yaşlı hep bir ağızdan “Exit Light, Enter Night” diye bağırılıyorsa bu Metallica’nın devasalığını gösterir. İyi ki Metallica var, iyi ki bizler bu müziği dinliyoruz. Bir başka yazıda görüşene dek hoşça kalın!
Album Puanı: 8,5/10
Bu albümü incelemek için kendimi hiçbir zaman hazır hissetmedim. Önceki yıllarda da çok fazla klavyenin başına oturmuş ve tek bir cümle yazmadan klavyenin başında saatlerimi harcamıştım. Çünkü sadece Thrash Metal için değil, tüm metal dünyası için mihenk taşı bir albüm olma özelliği taşıyor. Black Album’ü dinlememiş bir metalci olamaz diye düşünüyorum. Tüm albümü dinlemese bile en az üç şarkıyı dinlemiştir bu albümden. Türkiye’de hala birçok genç dostum “Nothing Else Matters” ile metal dünyasına giriş yapıyor. Biraz tuhaf ama durum tamda söylediğim gibi. Ben de “Mama Said” ile başlamıştım metal müzik yolculuğuma. Akustik şarkılar demek ki bu işin en çok cazibe oluşturan noktası. Bir de ergeniz doğal olarak. Serseri mayın gibiyiz ama içimize işleyecek, bizi tiriplere sokacak ve depresyon moduna gireceğimiz şarkılara ihtiyaç duyuyoruz. Neyse ki ben ve benim gibi o yaşlarda biraz daha kafasını çalıştırmayı başaran dostlarım böylesi akustik şeylere yönelerek duygusal fetişi giderdik. Peki ya arabesk bataklığına saplananlar? İşte onlar hala saplandıkları yerde kaldılar, “SAD BUT TRUE”.
"Kill'Em ALL" gibi Thrash Metal’in çağını açan ve potansiyellerini daha ilk albümle ağzımıza ağzımıza sokan Metallica, çıktığı dönemde adeta elinde meşale ile dolaşıyordu. O kıvılcım çoktan tutuşmuştu. “Hit The Lights” ile bizler her yeri alev kırmızısına boyamıştık. Öylesine hızlı şarkılar yapmıştı ki Metallica, daha önce hiç bu kadar ileri gidilmemişti. Haliyle bu durum da Rock camiasında yeni tat arayan birçok kişinin ağzının sulanmasına yetti. Fakat esas iplerin kopmasını biz 1984’te çıkan ve kırmızıdan maviye geçişin müthiş cüretkârlığı ile “Ride The Lightning” ile gördük. Bugün bana sorsalar Metallica’ya olan saygının en büyük nedeni nedir diye, sadece iki albüm ismi ile buna cevap veririm:
RIDE THE LIGHTNING ve …AND JUSTICE FOR ALL
Ride the Lightning’in varlığı sayesinde bugün birçok grup muhteşem müzik yapabiliyor. Çünkü öylesine fazla insanları etkiledi ki, eline gitarını alan bir adam hemen “Creeping Death” gibi bir şarkıyı çalmak istiyor. Çünkü duyulmayan, hissedilmeyen, yazılmayan ne varsa o dönem, bu 4 manyak adam, onların hepsini gün yüzüne çıkardı. Arkasından gelen “Master of Puppets” bugün dünyanın en iyi metal albümleri arasında yer alıyor. Ben de çok severim fakat Master of Puppets’ın arkasından öyle bir albüm geldi ki, kim ne derse desin gölgede bıraktı onu. …"And Justice For All", Metallica’nın en büyük gövde gösterisi yaptığı albümdür. Gerek yazılan riffler, gerek şarkı sözleri gerekse de bir daha asla ama asla Lars’tan duyamayacağımız muazzam davul çeşitlemeleri ile herkesin önünde ceketinin düğmesini ilikleyeceği bir albüm oldu. Her ne kadar “Jason Newsted”a oldukça büyük haksızlık yapılsa da Lars tarafından, Justice albümü Metallica’nın konserlerde en çok çaldığı şarkıların barındığı albümdür.
Black Album ile işler sil baştan başlıyor dostlarım. Çünkü Metallica öyle bir güç aldı ki arkasına, yaptığı müzik ile öylesine fazla kitleyi kadrosuna dahil etti ki akıl sır erdiremezsiniz. Stadyumlar doldurmaya daha 4 albümle başladı. Büyük prodüksiyonlar ile sahneler süslemeye daha 4 albümle başladı. Plak şirketlerini kapısında kuyruk sallatmaya daha 4 albümle başladı. Düşünün siz gerisini. Hal böyle olunca hiçbir şeyden korkmayarak müzik yapmak istedi Metallica. Ne albüm satılır mı endişesi ne millet beğenir mi endişesi güttüler. Tamamen kendileri ne yapmak istiyorlarsa onları yaptılar. İşte bunun en güzel örneği Black Album’dur. Elbette daha sonrasıdır. Artık ilk 4 albümde dinlediğimiz o koşturan hız yerini daha oturaklı, daha ağır rifflere bıraktı. Justice’te davulda aklımızı başımızdan alan Lars, Black Album ile birlikte tek düze davulculuğa merhaba dedi. Bir daha öyle aşırı şeyler duymadık kendisinden. Zaten Lars erken yaşlandı nedense. Bir yandan Slayer’da “Dave Lombardo” davulunu parçalarken, bir yandan Lars “bam küt, bam küt” şeklinde davul çalıyor. İlginç. Black Album’un bu denli başarılı olmasının en büyük sebebi kesinlikle yazılan “HEAVY METAL” gitar riffleridir dostlarım. Evet, Thrash Metal’i bir süreliğine kapının dışına koymuştu Metallica ama elinde beklettiği bir kozu daha vardı. O da işte Black Album’de bizlere dinlettirdiği muazzam rifflerdi. “Enter Sandman”in akılda kalıcılığı, dillere pelesenk olan nakaratı günümüzün hala en “catchy” metal şarkısı olmasını sağlamıştır. Bob Rock ile serüvenin başladığı ilk albümüdür Metallica’nın. Keşke burada ilişkiyi kesselermiş. Tadında bıraksalarmış. Zira sonrasında yapılan albümler oldukça üzücü oldu. “St. Anger” gibi bir şeyi insanın beğenisine sunulabileceğini söyleyen de yine Bob Rock’tır.
Bir buçuk sayfayı geçiyorum bu paragraf ile. Tamam tamam, bitiriyorum. Albüm prodüksiyon olarak oldukça başarılıdır dostlarım. İşin güzel taraflarından birisi ise Jason’ın bas gitarda neler yaptığını duyabiliyoruz nihayet. İzinler çerçevesinde oldukça mutlu eden bir performans sergilemiş üstat. Ben severim Jason’ı. Black Album’den çıkan “Enter Sandman, Sad But True, The Unforgiven, Wherever I May Roam, Nothing Else Matters” grubun klasikleri arasına girmiştir. Hemen hemen her konserinde bu şarkıları duyarsınız. Benim de Wherever I May Roam dinlerken kendimden geçtiğimi söylemem gerekir. 1991 yılında çıkan ve en çok kopya satan metal albümlerinin başında gelen Black Album’un bu başarısını kesinlikle ayakta alkışlıyorum. Albüm mükemmel değil. Fakat pazarlaması mükemmel dostlarım. Şu an bile Metallica’nın yaptığı en kötü albümün satışına bakarsanız demek istediğimi çok iyi anlarsınız. Yaklaşık 32 milyon satışı ile Black Album göz kamaştırıcı bir başarıya sahip dostlarım. Fakat işlerin değişim sinyalinin de verildiği bir albüm oldu bu albüm. Zira sonrasında gelen “Load” ve “ReLoad” Metallica’nın başını ağrıtmış albümlerdir. Gerçi sırf bu iki baş ağrısı 50 milyon satışa ulaştı. Komik değil mi?
Öyle ya da böyle metal camiasının en iyi albümlerinden biri olarak kabul edilen Black Album, bugün hala canlılığını ilk günkü gibi koruyabiliyorsa, aradan geçen neredeyse 30 yıla rağmen stadyumlarda genç-yaşlı hep bir ağızdan “Exit Light, Enter Night” diye bağırılıyorsa bu Metallica’nın devasalığını gösterir. İyi ki Metallica var, iyi ki bizler bu müziği dinliyoruz. Bir başka yazıda görüşene dek hoşça kalın!
Album Puanı: 8,5/10
thank you
YanıtlaSil