Albüm Kritik 323 (AC/DC / High Voltage)

Merhaba sevgili dostlarım, köklere inmeye devam ediyoruz. “Yes”, “The Beatles” ve “Queen”den sonra bugün sizlere Rock müziğin en güçlü sounda sahip olan grubu “AC/DC” ve onların çıkış albümleri “High Voltage”dan bahsedeceğim. AC/DC dinlemeyen hemen hemen yok gibidir. Çünkü çıktıları dönemin en modern grupları arasında yer almayı başarmaları ve bu başarıları sayesinde ileriki yıllarda da namlarını tepeye çıkarmaları çok rahat olmuştur. Benim için AC/DC her daim güçlü Rock müziğin kalesi olacak kalacaktır. Yukarıda saydığım kallavi gruplardan AC/DC güçlü soundu ile ayrılıyor. High Voltage ise grubun çıkış albümü olmasının yanında aynı zamanda en çok dinlenen albümü olmasıyla da ön plana çıkıyor. Şimdi bu akım savaşlarını Rock müziğin içine taşıyan AC/DC’nin High Voltage’da neler yaptığına şöyle bir göz atalım.

Benim gibi ekstrem müziği hayatının en önemli noktasına getiren birisi için tekrardan daha naif türlere dönmesi biraz sancılı geçiyor olsa da zamanla alışıyorsunuz. Şöyle bir geriye bakıyorum da geçmiş yıllarda daha sofistike şeyleri dinlerken artık giderek daha da sert, daha keşmekeş ve daha görkemli albümlere ve gruplara yönelir oldum. Demek ki şu söz külliyen yalan; “Yaş ilerledikçe daha hafif şeyler dinliyorsun abi, kafa kaldırmıyor”. Ya da benim kafam kafa değil! Gerçi benim serüvenim birazcık tuhaf süregeldi müzik konusunda. Her 1990lı yıllarda doğan ve sert müzik dinlemeyi isteyen genç bir insan gibi ben de lise de “Metallica” dinlemeye başlayarak bu girdabın içine girmiştim. Sert müzik dediğime bakmayın Metallica’nın “Mama Said” şarkısı ile metal camiasına giriş yapmıştım. Artık nasıl hoşuma gittiyse o şarkı (ki hala çok sevdiğim bir akustik şarkıdır) grubu keşfetmeye karar vermiştim. Fakat Metal patikasına girmiş biri olarak o yolda devam etmek yerine Rock müziğe yönelmeyi tercih ettim. Bu yönelmemin en büyük etkeni ise “The White Stripes” adlı grup oldu. Dağılmalarına bugün bile üzülürüm. Jack White ve Maggi’nin birlikte old-school Rock icra ediyor olmaları beni benden alıyordu. Grubun “Elephant” albümünden “Seven Nation Army” adlı başyapıt ile karşılaştığımda “dünyanın en iyi Rock şarkılarından biri bu şarkı kesinlikle” demiştim. Ne kadar öngörüsü yüksek bir insanmışım ki şu an şarkının durumu öyle. The White Stripes’ı sadece dinlemekle kalmadım aynı zamanda grubu araştırmaya da başlamıştım. Grubun etkilendikleri arasında AC/DC ismini görünce baya heyecanlanmıştım. Fakat grubu tanıdığımdan dolayı değildi bu heyecanım. Tamamen isimden kaynaklanıyordu. Çünkü o zamanlar elektrik akımları üzerine bir şeyler okuyordum ve koyu bir Tesla’cı olmuştum. Haliyle “Alternative Current (AC) / Direct Current (DC)” isimleri benim için oldukça heyecan vericiydi. Grubu sadece bu isminden dolayı merak etmiştim. Birkaç şarkısını dinledikten sonra da Rock konusunda gerçekten kallavi olduklarını anlamıştım.

ACDC’yi beğensem de bu zamana kadar siteye hiç albümlerini yazma fırsatı yakalayamadım. Çünkü giderek daha da sertleşen bir dinleme portföyüm oluşuyordu ve AC/DC için çokta iştahlı değildim. Köklere geri dönüş yazı dizisinin gruplarını not alırken “bu defa AC/DC olacak” demiştim. Queen’den sonra AC/DC’yi yazıyor olmak da ayır bir heyecan verici oldu benim için. AC/DC Avustralyalı olması ile aslında en şaşırtıcı özelliğini taşıyor bana göre. 1973 yılında kurulan grup Rock ve Metal müziğin ülkesi olan İngiltere’den bir hayli uzaktı. Fakat bu uzaklık bu adamların aynı kalitede Rock icra etmelerine asla bir engel oluşturmamış hatta kaya gibi bir albüm ile dinleyenlerine merhaba demişler. Albümün soundu öylesine güçlü ki sizi Rock müziğin şehveti içine çok rahat alabiliyor. Güçlü gitar riffleri, basgitarın gayet iyi bir düzeyde kaydedilmiş olması, gitar sololarının yanı sıra gayda gibi yöresel bir çalgının da kullanılmış olması (ki albümün açılış şarkısı bir cover şarkıdır) AC/DC’nin kendine has şeyler yapmak istediğinin en büyük niteliklerindendir. Davulun sesi bile öylesine kaliteli bir şekilde kaydedilmiş ki sanki albüm 1975 yılında değilde 1990larda çıkmış gibi hissettiriyor sizlere.

Malcolm Young gibi Rock müziği çok iyi okuyabilen ve bu okuduklarını çok iyi notalara dökebilen bir gitaristin bu grupta olmuş olması AC/DC’nin belkide en büyük şanslarından birisiydi. 2017 yılında hayata veda eden bu süper adama bir kere daha yaptığı muazzam işlerden dolayı teşekkür ediyorum. Albüm bütününde safkan bir Rock albümü dostlarım. Gerek enerjikliği gerekse de asi tavırlı düzensiz tempoları ile bulunduğu kalıbı boşluksuz doldurabiliyor High Voltage. Adını da kesinlikle hak eden bir albüm olmuş. Şarkı sözleri elbette ekstrem Metal türlerinin yanında daha basit kalıyor. Çünkü o dönem var olan birçok Rock grubunun esas tavrı pop kültürünün dayatmış olduğu anlamsızlığa karşı durmaktı ve en büyük dertleri de buydu haliyle. İşin garip tarafı böyle bir tarz benimsemiş olsalar da şarkı sözleri aslında pop müzik şarkılarından çokta farklı değil. Hatta yer yer saçmalama durumları da olmuş. Bu saçmalamayı o dönem çıkan hemen hemen her grup yaşamış. Fakat sonra toparlamışlar. Albümde yer alan “Little Lover” şarkısı bugün striptiz barlarda çalınacak cinsten bir şarkı olmuş (hiç gitmedim o barlara). Benim bile yazıyı yazarken kazağımı falan çıkarasım geldi.


Rock N’ Roll’un en güçlü albümlerinden birisi kesinlikle High Voltage dostlarım. Müzikal anlamda kaya gibi ve uzun süre daha böyle kalacak gibi duruyor. Modern Rock gruplarının ne yazık ki çok uzak olduğu “kendine haslık” AC/DC’nin damarlarında hep var olan bir şey. Ne güzel ki bizler de böylesi bir sanat eserini dinleme şansı bulduk sayelerinde. Bir sonraki yazıda görüşene dek hoşça kalın!

Albüm Puanı: 9/10



Yorumlar