Albüm Kritik 276 (Turbowolf / The Free Life)


Merhaba dostlarım geçen incelediğim Sleep albümü “The Sciences”tan sonra yine aynı düzeyde sayılabilecek bir sertlikte devam ediyoruz. Bu yıl çıkmış olan ve Rock müzik adına yapılan güzel albümlerden biri olarak kabul ettiğim bir yapıtı sizlere değerlendireceğim. Artık Amerika kıtasından uzaklaşıyoruz ve Rock müziğin ana vatanı sayılan İngiltere’ye geçiyoruz. 2008 yılında kurulan ve kurulduğu tarihin modernitesini ret eden bir müzik tarzı ile Rock müzik severlerin karşısına çıkan “Turbowolf”un “The Free Life” albümünden sizlere bahsedeceğim. Oldukça keyifli bir albümün kritiğini okuyacağınızı şimdiden söylemek istiyorum.

Beni az çok tanıdınız artık Metal’in giderek en sert ve en karmaşık türlerini dinliyorum. Her dinlediğim ekstrem metal türü beni inanılmaz bir şekilde tatmin ediyor. Dünyada böylesine hayvansı müzik yapanları görünce haliyle benim de ağzımdan sular akıyor. Fakat Metal’in bu zamana kadar ki yolculuğunda geçirdiği evreleri de elbette unutmuyorum. Metal’in evrim sürecinden önceki türlerini de yine büyük bir zevk ile dinliyorum. Evrim geçirmek değil de daha farklı bir hale gelmesi diyelim. Neticede evrim geçirmek o türün bambaşka bir şey oluşmasına yol açar. Rock ve Rock türevleri ise Metal Müzik’in esas yapı taşlarıdır. Turbowolf ismini daha önce ne bir yerde gördüm ne de duydum. Fakat bu defa üzülmüyorum çok fazla. Çünkü grubumuz daha yeni sayılabilecek bir grup. Her ne kadar 2008 yılında kurulmuş olsalar da, grubun adını taşıyan ilk albümlerini 2011 yılında çıkarmışlar. Hard Rock ve Alternatif Rock kırması bir müzik yapıyorlar diye yazmışlar fakat benim için Turbowolf 70 ve 80'lerin o harikulade Rock Müzik’ini icra ediyor. Bir “Kiss” veya “Yes” havasını verebiliyorlar. Özellikle grubun dinlediğim bu ilk albümleri olan The Free Life bana bu hissi çok güzel bir şekilde yaşattı.


The Free Life’ı dinlediğim ilk andan beri yüzümde gülücükler eksik olmadı. Bu defa neşe veren ve ruhunuzu tatlı tatlı okşayan bir albümü sizlere değerlendirdiğim için de ayrı bir mutluluk duyuyorum. Öküz gibi kallavi albümlerden sonra araya böyle şeker bir albüm koymak iyi olmadı mı sizce de? İyi ki listeye böyle bir zamanlamayla yazmışım The Free Life’ı. İngiltere’den çıkan grupların gerçekten kendine has bir havaları oluyor. Hemen hemen dinlediğim bütün Birleşik Krallık gruplarında buna şahit oldum. "Black Sabbath"tan tutunda “Iron Miaden”a kadar. Adamların mayalarında bu var demek ki. Tıpkı İskandinav yöresinden çıkan hayvan gibi ekstrem grupları gibi bir gelenek sürdürüyor İngilizler de. Albümün çok güzel bir soundu var. Prodüksiyon öylesine güzel bir şekilde yapılmış ki, diyecek en ufak olumsuz bir şey bulamadım ben. Old-school Rock gruplarının verdiği o harikulade havayı Turbowolf da The Free Life'da vermiş. Turbowolf’un elemanlarının giyim kuşam tarzlarına baktığınız zaman 70ler ve 80lerdeki selefleri gibi çılgınca kostümler yerine, günümüz Indie Rock gruplarının giydiği tarzda giyindiklerini görebilirsiniz. Yani oldukça renkli ve salaş bir giyim tarzı benimsemişler. Yaptıkları müzik ile kesinlikle uyuşuyor giyim tarzları da.


Gitar tonları oldukça dolgun ve fuzz oranı iyi tutturulmuş bir şekilde ayarlanmış. Bas gitarın da distorsiyonlu bir şekilde kaydedilmiş olması da benim gönlümü fetheden bir başka güzellik oldu. Albümdeki 11 şarkının hepsini büyük bir zevkle dinledim. Hiçbir şarkı beni sıkmadı. Albümün temposu ortalama bir hızda devam ediyor. Bu da güzel güzel ritimler tutabileceğiniz anlamına geliyor. Şarkıları seslendiren “Chris Georgiadis”ın sesini de çok sevdim. Oldukça soft bir sese sahip ve şarkıları çok iyi bir şekilde seslendirmiş. Davul soundu çok akıllıca bir şekilde ayarlamışlar. Hem retro hem de modern bir sound aralığında bir yere sahip olması benim beğenimi kazandı. Bu yıl çıkan ekstrem harici dinlediğim albümler arasında en iyilerden biri kesinlikle The Free Life oldu. Belki de en iyisi, henüz bilemiyorum. Ghost’un “Prequelle”ini de döver bana göre. Bir sonraki yazıda görüşene dek hoşça kalın!

Albüm Puanı: 10/10





Yorumlar