Merhaba dostlarım, güzel bir cumartesi gününden herkese selamlar ve sevgiler! Havaların böylesine güzel olduğu günler nihayet uzun soluklu olmaya başladı. Dışarı çıkıp mis gibi güneşin tadını çıkarın derim. Ben de elbette güneşin tadını en çok çıkaranlardanım fakat yapılacak işlerimi yaptıktan sonra elbette. Bu işlerimden en güzeli ve en zevkli olanı ise buraya bir şeyler yazmak oluyor. Bir şeyler üretmek sizce de çok güzel değil mi? Yıllardır yazılar yazıyorum buraya ve bu isteğim hiç azalmıyor. Bir ara siteyi kapatma kararı alsam da, buna içim el vermedi ve devam etme kararı aldığım günden bu yana da oldukça kendimi geliştirdiğimi düşünüyorum. Zira sitenin ilk yılındaki yazılarım ile daha sonraki yazılarımı karşılaştırdığım da bunu çok daha iyi anlıyorum. Belli bir kitleye ulaştığım için de çok mutluyum. Belki çok fazla değil ama var olan okuyucu dostlarım bana yetiyor. Zaten böylesine bir kültür paylaşımına çok fazla kişinin ortak olacağını da hiçbir zaman düşünmemiştim. Buraya bir şeyler yazmak her şeyden önce beni tatmin ediyor ve ben de beni böylesine mutlu eden bir şeyi herkes okusun diye yazmıyorum. Bu zamana kadar beni yalnız bırakmayan sizlere tekrar teşekkürlerimi iletiyorum. Böylesine duygusal bir girişten sonra gelelim bugünün konuğu olan grubumuza. Bir süredir İskandinavya yörelerinde dolaştıktan sonra biletlerimizi İngiltere’ye aldık ve oranın en büyük gruplarından biri olan “Iron Maiden”ı tekrar Metal Music Share Plus’a konuk ediyorum. Bu İngiliz reformcularının 2010 yılında çıkardıkları ve belki de benim bu zamana kadar adam akıllı dinlemediğim tek albümleri olan “The Final Frontier”i huzurlarınıza sunuyorum.
Maiden'ın öylesine geniş bir diskografisi var ki bütün albümleri dinlemeye kalktığınızda oldukça fazla zamanınızın olması gerekiyor. Maiden dinlemeye bayılan biri olarak The Final Frontier’e bu zamana kadar yeteri ilgiyi göstermememin nedenini inanın ben de bilmiyorum. Albümden sadece iki şarkıyı yoğun bir şekilde dinliyordum bu yazıya kadar. Onlardan biri “El Dorado” bir diğeri de “The Alchemist” idi. Bu iki şarkı dışındaki şarkılara çok fazla kulak verdiğimi söyleyemem. Şarkı listesinde denk geldiği zaman bile ilk dakikadan sonra değiştiriyordum. Sanırım bunun en büyük nedeni Black Metal etkisinde kalan beynimin böylesine yumuşak introlara çok fazla prim vermemesinden kaynaklanıyordu. Düşünsenize yoğun bir şekilde ekstrem müzik dinleyen biri için akustik bir gitar ile girişi yapılan ve bu girişin bazen iki dakikayı geçen süreye sahip olması haliyle biraz bayıcı olur. Fakat daha fazla terbiyesizlik yapmayarak The Final Frontier’e vermem gereken önem ve zamanı verdim. Albümü bu yazıya kadar bir kere baştan sona dinledim. Şu anda yazıyı yazarken de dinliyorum. Albüm hakkında edinmem gereken birçok düşünceyi edindim. Şimdi bunlara sizlerden söz etmenin zamanı geldi.
İlk önce şunu söylemek istiyorum, The Final Frontier’i sonuna kadar bir Maiden albümü olduğunu gözünüzün içine sokarak belli ediyor. Özellikle “Brave New World” albümünde yakalanan harikulade sounda oldukça iyi bir şekilde sadık kalan Maiden, The Final Frontier’de de yine aynı soundu korumuş. Açıkçası bu sound Maiden ile özdeşleştiği için bilmediğiniz bir Maiden şarkısına denk geldiğinizde (Bruce şarkı söylemeye girmeden) bunun kesinlikle İngiliz beyefendilerinin şarkısı olduğuna emin olabilirsiniz. Gayet güzel bir prodüksiyona sahip olması yaratılan sanat eserlerini dinlemenize önemli derecede katkıda bulunuyor. Çünkü Maiden’ın en büyük kozu olan melodik riffleri çok berrak bir şekilde duyuyorsunuz. Grubun virtüözlerinin neler çaldığını kaçırmak istemeyiz hiçbirimiz. The Final Frontier öylesine uzun süreye sahip ki, albümü dinlemeden bu süreyi gördüğünüzde açıkçası gözünüz korkabilir. Fakat eğer sizler de benim gibi sıkı bir Maiden dinleyicisi iseniz, grubun zaten genellikle uzun metrajlı albümler yaptığını biliyor olursunuz. Haliyle bu durumdan da gözünüz korkmaz ve tam tersine acaba nasıl güzellikler duyacağım diye merakla albüme yönelirsiniz. Iron Maiden’ın melodi yönünün oldukça güçlü olduğunu biliyoruz. Zaten grubu diğer gruplardan ayıran belki de en etkileyici yönü de budur. Fakat The Final Frontier’de bu durumu çok fazla abartmış. Akustik melodi ile başlayan şarkılar genellikle bu denli yumuşak melodiler ile devam ediyor ve haliyle bir Heavy Metal grubunu dinlerken böylesine yumuşaklık duymak da sıkıcı olabiliyor.
Iron Maiden’ın tarzını ezbere bilenlerden biri olarak, şarkı içindeki geçişlerin nerede, ne zaman ve nasıl olacağını biliyorum. Bildiğim şekliyle de oluyor genellikle. Bu durum grup açısından bir dezavantaj yaratabiliyor. Özellikle sertliğin daha az, sofistike tınıların daha yoğun olduğu şarkılarda böylesine bir belirginlik şarkıyı yarıda bırakmanıza neden oluyor. Şahsen ben bu albümde bu hissi yaşadım. Elbette şarkıyı yarıda bırakmadım. Çünkü buraya albüm hakkında bir şeyler yazıyorum. Fakat eğer böyle bir misyonum olmasaydı emin olun birkaç şarkının yarısında bırakırdım dinlemeyi. Hayvan gibi sert riffler yazmayı da muazzam bir şekilde yaptığını biliyoruz Maiden’ın. Örnek isteyenlere “Powerslave” albümünü gözüm kapalı bir şekilde söylerim. Her albümde en fazla katkıyı yapan isim olan Dickinson, bu albümde diğer albümlere nazaran daha az bir katkı yapmış. Albümde yazılan şarkıların çoğunda Harris ve Smith imzası var. Albüm için çalan adamların performanslarından bahsetmeye gerek yok diye düşünüyorum. Zira hepsi rüştünü ispatlamış ve çağımızın en iyi müzisyenlerinden birileridir. Açıkçası The Final Frontier’den sonra gelen “The Book of Souls”un daha olgun ve daha sağlam bir albüm olduğunu düşünüyorum. O albüme zamanında ortalama bir puan vermiştim. Fakat The Book of Souls’u dinledikçe sevdim fakat The Final Frontier’de o ışığı göremiyorum. Bu albümü bir daha ne zaman dinlerim bilemiyorum. İlginç olan ise yaklaşık 77 dakikalık albümden yine aynı şarkıları beğendim. Diğer şarkılar da dinlenmeye değer elbette fakat ben bir daha ne zaman dinlerim onları bilemiyorum.
The Final Frontier, genel yapısı ile bu zamana kadar dinlediğim en yumuşak Maiden albümü oldu. Elbette gruptan tekrar bir Powerslave devrimi beklemiyordum fakat böylesine de melodilerin “eh yeter” dedirtecek kadar yoğun olmasını da beklemiyordum. Beni pek mutlu etmese de, birçok Maiden hayranını yine kucaklayan bir albüm olduğunu da söylemem lazım. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar bir sonraki yazıda görüşene dek hoşça kalın!
Albüm Puanı: 7/10
Maiden'ın öylesine geniş bir diskografisi var ki bütün albümleri dinlemeye kalktığınızda oldukça fazla zamanınızın olması gerekiyor. Maiden dinlemeye bayılan biri olarak The Final Frontier’e bu zamana kadar yeteri ilgiyi göstermememin nedenini inanın ben de bilmiyorum. Albümden sadece iki şarkıyı yoğun bir şekilde dinliyordum bu yazıya kadar. Onlardan biri “El Dorado” bir diğeri de “The Alchemist” idi. Bu iki şarkı dışındaki şarkılara çok fazla kulak verdiğimi söyleyemem. Şarkı listesinde denk geldiği zaman bile ilk dakikadan sonra değiştiriyordum. Sanırım bunun en büyük nedeni Black Metal etkisinde kalan beynimin böylesine yumuşak introlara çok fazla prim vermemesinden kaynaklanıyordu. Düşünsenize yoğun bir şekilde ekstrem müzik dinleyen biri için akustik bir gitar ile girişi yapılan ve bu girişin bazen iki dakikayı geçen süreye sahip olması haliyle biraz bayıcı olur. Fakat daha fazla terbiyesizlik yapmayarak The Final Frontier’e vermem gereken önem ve zamanı verdim. Albümü bu yazıya kadar bir kere baştan sona dinledim. Şu anda yazıyı yazarken de dinliyorum. Albüm hakkında edinmem gereken birçok düşünceyi edindim. Şimdi bunlara sizlerden söz etmenin zamanı geldi.
İlk önce şunu söylemek istiyorum, The Final Frontier’i sonuna kadar bir Maiden albümü olduğunu gözünüzün içine sokarak belli ediyor. Özellikle “Brave New World” albümünde yakalanan harikulade sounda oldukça iyi bir şekilde sadık kalan Maiden, The Final Frontier’de de yine aynı soundu korumuş. Açıkçası bu sound Maiden ile özdeşleştiği için bilmediğiniz bir Maiden şarkısına denk geldiğinizde (Bruce şarkı söylemeye girmeden) bunun kesinlikle İngiliz beyefendilerinin şarkısı olduğuna emin olabilirsiniz. Gayet güzel bir prodüksiyona sahip olması yaratılan sanat eserlerini dinlemenize önemli derecede katkıda bulunuyor. Çünkü Maiden’ın en büyük kozu olan melodik riffleri çok berrak bir şekilde duyuyorsunuz. Grubun virtüözlerinin neler çaldığını kaçırmak istemeyiz hiçbirimiz. The Final Frontier öylesine uzun süreye sahip ki, albümü dinlemeden bu süreyi gördüğünüzde açıkçası gözünüz korkabilir. Fakat eğer sizler de benim gibi sıkı bir Maiden dinleyicisi iseniz, grubun zaten genellikle uzun metrajlı albümler yaptığını biliyor olursunuz. Haliyle bu durumdan da gözünüz korkmaz ve tam tersine acaba nasıl güzellikler duyacağım diye merakla albüme yönelirsiniz. Iron Maiden’ın melodi yönünün oldukça güçlü olduğunu biliyoruz. Zaten grubu diğer gruplardan ayıran belki de en etkileyici yönü de budur. Fakat The Final Frontier’de bu durumu çok fazla abartmış. Akustik melodi ile başlayan şarkılar genellikle bu denli yumuşak melodiler ile devam ediyor ve haliyle bir Heavy Metal grubunu dinlerken böylesine yumuşaklık duymak da sıkıcı olabiliyor.
Iron Maiden’ın tarzını ezbere bilenlerden biri olarak, şarkı içindeki geçişlerin nerede, ne zaman ve nasıl olacağını biliyorum. Bildiğim şekliyle de oluyor genellikle. Bu durum grup açısından bir dezavantaj yaratabiliyor. Özellikle sertliğin daha az, sofistike tınıların daha yoğun olduğu şarkılarda böylesine bir belirginlik şarkıyı yarıda bırakmanıza neden oluyor. Şahsen ben bu albümde bu hissi yaşadım. Elbette şarkıyı yarıda bırakmadım. Çünkü buraya albüm hakkında bir şeyler yazıyorum. Fakat eğer böyle bir misyonum olmasaydı emin olun birkaç şarkının yarısında bırakırdım dinlemeyi. Hayvan gibi sert riffler yazmayı da muazzam bir şekilde yaptığını biliyoruz Maiden’ın. Örnek isteyenlere “Powerslave” albümünü gözüm kapalı bir şekilde söylerim. Her albümde en fazla katkıyı yapan isim olan Dickinson, bu albümde diğer albümlere nazaran daha az bir katkı yapmış. Albümde yazılan şarkıların çoğunda Harris ve Smith imzası var. Albüm için çalan adamların performanslarından bahsetmeye gerek yok diye düşünüyorum. Zira hepsi rüştünü ispatlamış ve çağımızın en iyi müzisyenlerinden birileridir. Açıkçası The Final Frontier’den sonra gelen “The Book of Souls”un daha olgun ve daha sağlam bir albüm olduğunu düşünüyorum. O albüme zamanında ortalama bir puan vermiştim. Fakat The Book of Souls’u dinledikçe sevdim fakat The Final Frontier’de o ışığı göremiyorum. Bu albümü bir daha ne zaman dinlerim bilemiyorum. İlginç olan ise yaklaşık 77 dakikalık albümden yine aynı şarkıları beğendim. Diğer şarkılar da dinlenmeye değer elbette fakat ben bir daha ne zaman dinlerim onları bilemiyorum.
The Final Frontier, genel yapısı ile bu zamana kadar dinlediğim en yumuşak Maiden albümü oldu. Elbette gruptan tekrar bir Powerslave devrimi beklemiyordum fakat böylesine de melodilerin “eh yeter” dedirtecek kadar yoğun olmasını da beklemiyordum. Beni pek mutlu etmese de, birçok Maiden hayranını yine kucaklayan bir albüm olduğunu da söylemem lazım. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar bir sonraki yazıda görüşene dek hoşça kalın!
Albüm Puanı: 7/10
Yorumlar
Yorum Gönder