Albüm Kritik 220 (King Diamond / The Graveyard)

Metal camiasında yaratılan birçok albüm belli bir tema üzerinden ilerliyor. Seçilen bir konu oluyor ve o konu üzerine yazılan şarkılarla bir albüm oluşturuluyor. Seçilen konular da öyle alelade konular olmuyor. Her biri belli bir bilgi ve birikim gerektiriyor. Bu tür belli bir tema üzerine yazılı albümler dinlemeye şahsen ben çok alıştım. Albüme bir bütünlük katmasının yanında, merak uyandıran içerikleri de bizlere sunuyor olması gayet güzel gerçekten. Fakat bu tema oluşturmanın yanında elbette her şarkıda farklı konulara değinen albümler de bir hayli fazla durumda. Anlatmak istediklerini güçlü şarkılarla anlattıkları zaman hiçbir sorun olmuyor. Bir de bu ikisinden ayrılan bir grup var dostlarım. Bakın bir grup var dedim. Ne bir tür var dedim ne de bir başka seçenek dedim. King Diamond yarattığı her albümde bizlere korku dolu hikâyeler anlatıyor. Adeta bir hikâye kitabını baştan aşağı bizlere şarkıları ile anlatıyor bu üstat. Bazen hikâyeleri kendisi yaratıyor, bazen de ünlü yazarların hikâyelerini albümlerine uyarlayarak bizlere müzik eşliğinde anlatıyor. Şahsen böyle hikâyeler anlatan bir adamı dinlemekten zevk alıyorum. King Diamond’ın o muazzam sesinden dinlemek sizce de çok efsanevi değil mi? Daha önce grubun “Give Me Your Soul…Please” adlı eserlerini incelemiştim ve oradaki hikayeyi sizlere yazılı olarak anlatmıştım. Şimdi inceleyeceğim albüm ise 1996 yılına ait “The Graveyard” oluyor. Bakalım bu albümde King bizlere neler anlatıyor.

King Diamond albümlerini incelemek demek sadece yazılan riffler veya müzisyenlerin performanslarından bahsetmek demek değildir. Tüm albüme hâkim olmak demektir. Albümün hikâyesini iyi bir şekilde anlamak ve bu doğrultuda şarkıları sindire sindire dinlemek demektir. Durum böyle olduğu için de önce albümün bizlere anlatmak istediği hikâyeye bir göz atmakta fayda var. İlk olarak size bu trajik öyküden bahsetmek istiyorum. King, McKenzie adında bir belediye başkanını yanında çalışmaktadır. McKenzie’nin kızı olan Lucy’i taciz etmesine şahit olur King. Bu durum karşısında sessiz kalmaz ve herkese belediye başkanının bir sapık olduğunu ve Lucy’i taciz ettiğini söyler. Fakat güçlü olan belediye başkanıdır ve King’in bir deli olduğunu ve bütün bunları uydurduğunu söyler. Ne yazık ki King “Black Hill Sanitarium”una kapatılır. Orada eli kolu bağlı hiçbir şey yapamaz. Yıllarca eli kolu bağlı bir şekilde akıl hastanesinde ömrünü çürütmektedir. Bir gün kaçmak için bir plan yapar ve bu planını uygulamak için en uygun anın anahtarları taşıyan ve ilaçlarını getiren hemşirenin odaya gelmesi olduğuna karar verir. Hemşire odaya geldiğinde bir anda hemşirenin boynuna yapışır ve onu boğarak öldürür. King, intikamını almak için doğruca McKenzie’nin yanına gitmeye karar verir. Akıl hastanesinde onca yıl kaldıktan sonra zihinsel olarak bir çöküş yaşamıştır King. Polislerden kaçmak için önce şehir mezarlığına gider ve orada saklanır. Artık planını bir süreliğine unutmuş ve her gece mezarlıktan geçen insanları öldürmeye başlamıştır. Eskiden anlatılan bir efsane aklına gelir, eğer bir mezarlıkta biri ölürse ve başını kaybederse ruhu bedeninden ayrılsa bile kesik başın içinde yaşar. Bu düşünce ile McKenzie’nin kızı Lucy’i kaçırır ve mezarlığa getirir. Belediye başkanını arayarak onu mezarlığa çağırır ve ikisinin bir oyun oynayacağını söyler. McKenzie gelmeden önce Lucy’i 7 boş mezardan birine gömer ve hepsinin mezar taşında “Lucy Forever” yazar. Belediye başkanı mezarlığa gelir ve King kendisini ona gösterir. McKenzie’ye olanı biteni anlatır ve kızını 7 boş mezardan birinden çıkarması için 3 hakkı olduğunu söyler. McKenzie ya kızını bulacak ya da King hem Lucy’i hem de McKenzie’yi öldürecektir. McKenzie üçüncü tahmininde Lucy’i bulur fakat King belediye başkanını bayıltır ve onu boş bir mezara doğru sürükler. Lucy’i mezardan çıkaran King, babasının ona cinsel tacizde bulunduğu için McKenzi’ye işkence yapmaya başlar. Fakat Lucy daha fazla dayanamaz ve yerde bulduğu bir cam parçası ile King’e saldırır ve sonunda King’in kafasını keser. King’in sürekli aklında olan efsanevi hikâye bir anda gerçeğe dönüşür. King’in Lucy’e yardım etmesine rağmen Lucy, King’in kafasını kesmiştir. King’in ruhu kesik başında tekrar canlanır ve Lucy’e onu terk etmemesini söyler. Lucy’de King’in kafasını bir torbaya koyar ve artık King’in ruhu kesik başın içinde Lucy ile birliktedir.


Evet, işte olan biten her şeyi sizlere anlattım yukarıda dostlarım. Bu kıyağımı da unutmayın sizlere ücretsiz çeviri hizmeti veriyorum daha ne olsun. Hikâye böylesine trajik ve tüyler ürpertici bir havada iken yazılan şarkılar nasıl peki? Genel olarak albümdeki şarkıları beğendim fakat daha iyi riffler beklediğimi de söylemeden edemeyeceğim. Yine belli bir ortalamanın üstünde performans sergilemiş King Diamond fakat ben çok daha iyi bir performans beklerdim. 1996 yılında çıkmış olmasına rağmen albümün prodüksiyonunu ben pek beğenmedim. Daha eski yıllarda çıkmış albümlerin prodüksiyonları bile daha iyi olabiliyor. Elbette bu bir seçim meselesi fakat ben daha iyi bir sounda sahip olmasını isterdim. Çok kötü değil ama albümün atmosferini çok iyi yansıtamıyor bize bu prodüksiyon. Gitar soundu genel olarak iyi fakat ben bir tık daha keskin bir distorsiyon ile kaydedilmesini yeğlerdim. King Diamond’ın müzik vizyonu öylesine geniş ki, her şarkı da bunu hissediyorsunuz. Bütün şarkıların yazımında King’in kendisi var. Birçok şarkıyı tek başına yazmadsının yanında, birkaç şarkının yazımında “Andy LaRocque” da bulunuyor. Her King Diamond albümünde olduğu gibi bu albümünde şüphesiz en vurucu yanı King’in eşi benzeri olan vokal performansı dostlarım. İnanılmaz bir ses aralığına sahip bu güzel adam. Bu adamı dinlediğim zaman Heavy Metal’in en iyi vokallerinden birini dinlediğimi biliyorum. Öylesine güçlü bir sesi var ki, kulaklarınızda o gücü sonuna kadar hissediyorsunuz.


Albümün atmosferini gitarların ve klavyenin yanında King’in çığlıkları, çıkardığı iblis gibi sesleri de üst seviyeye çıkarıyor. Anlatılan hikâyeyi 14’e bölmüş korkulu rüyamız King Diamond. Arada var olan geçiş pasajları da albümün bütünlüğünü korumuş. Benim için Give Me Your Soul…Please’in yeri bambaşkadır. Lakin bu albümde kendisini gayet güzel bir şekilde dinlettiriyor. Her ne kadar rifflerin çok etkileyici olmayışından yakınsam da, toplam pakette gayet başarılı bir albüm olduğunu söylemem lazım. Ben The Graveyard’ı dinlediğim için çok mutlu oldum. Bu albümü de çalma listeme ekledim. Danimarka'nın güzide grubu King Diamond gerçek bir efsanedir. Daha fazla albümlerini dinlemeliyim artık. Diğer albümlerindeki hikâyeleri oldukça merak ediyorum. Görüşmek üzere hoşça kalın!

Albüm Puanı: 8/10



Yorumlar