Albüm Kritik 215 (As I Lay Dying / The Powerless Rise)

Merhaba dostlarım, yeni bir haftaya başladık ve albüm kritiklerini yazmaya devam ediyorum. Dün yazdığım “Interequinox” albümünde de söylediğim gibi Black Metal’e kısa bir ara veriyoruz. Sizlere bugün bahsedeceğim albüm ise yaklaşık 3 yıl önce yazmak istediğim fakat bir köşede unuttuğum bir albüm olacak. Benim zamanında bayıla bayıla dinlediğim bir “As I Lay Dying” albümü olan “The Powerless Rise”dan sizlere bahsedeceğim. 2010 yılında yayınlanmış olan bu güzide albüm, benim zamanında dinlediğim en iyi Metalcore albümlerinden biriydi. Yıllar sonra tozlu raflardan aldım ve tekrar dinlemeye başladım. Şimdiki duygularımdan bahsetmek istiyorum sizlere. Arkanıza yaslandınız mı?

As I Lay Dying, benim için gelecek vadeden bir gruptu. Fakat grubun solisti olan “Tim Lambesis”in hapishaneye girmesinden sonra As I Lay Dying devam etmek yerine, grup projesini sonlandırma kararı almıştır. Grup elemanları daha sonra “Wovenwar” adında yeni bir grup kurarak yollarına devam etmiştir. Hatta zamanında bu grubun kuruluşu ile ilgili kısa bir yazıyı da sitede yayınlamıştım. Fakat daha sonra grubun neler yaptığına hiç bakmadım. Bunun nedeni As I Lay Dying’in yerine geçen bir gruba tahammül edemeyişim oldu sanırım. Bir de birkaç şarkılarını dinledikten sonra beni çok da tatmin eden bir grup olmadığı kanısına vardım. Tim’in yaptığı gerçekten büyük bir kötülük oldu böylesine güzel bir grup için. Davulcusundan, basçısına kadar herkes oldukça iyi iş çıkarıyordu grupta. Neyse artık geçmişe mazi derler ya, biz de daha fazla uzatmayalım ve The Powerless Rise bizlere neler sunuyor hep birlikte bakalım.

As I Lay Dying’i oluşturan elemanların müzik dehaları gerçekten bütün övgüleri hak ediyor. Öylesine orijinal işler ortaya koydular ki zamanında, bizler sadece önümüzü ilikleyip ayakta alkışlamakla yetindik. Bu söylediklerim size abartı gelebilir ama gerçekten durum böyle. Metalcore her ne kadar günümüzde ayaklara düşmüş olsa da, Trivium ve As I Lay Dying gibi grupların bu türün kalıplarını oldukça farklı noktalara çıkardıkları da su götürmez bir gerçek. Hakikatten de bu iki grubun yarattığı şarkılar ile diğer Metalcore gruplarının yarattığı şarkıları kıyaslayınca, birkaç gömlek üstün olduklarının farkına varabiliyorsunuz. Özellikle “Killswitch Engage” denilen abartı gruptan kat ve kat iyi olduklarını bütün yürekliliğimle söylüyorum sizlere. The Powerless Rise, As I Lay Dying’in zirveye ulaştığı bir albümdür benim için. Önceki albümlerde belli bir seviyeyi yakalayan Amerikalı dostlarımız bu albümde almış yürümüşler resmen. Mükemmel bir prodüksiyon ile geliyor albüm. Her şey öylesine güzel bir şekilde hazırlanmış ki, dinlediğinizde en ufak bir pürüz duyamıyorsunuz. Şurada da şu olsaydı dediğiniz her hangi bir eksiklik yok ve albümü dinlerken enerjiniz doruklara ulaşıyor. Her zamanki gibi hardcore rifflerin anasını bu albümde de ağlatmış bu hayvansı adamlar. Bu süper hardcore riffleri bir de aynı kalitedeki melodik rifflerle bezeyen As I Lay Dying, yapması gereken her şeyi hatasız bir şekilde yapmış. Bu albümü dinlediğimde hiçbir zaman pişmanlık hissini yaşamıyorum. Tek bir şarkı bile beni irite etmiyor. Özellikle albümün en can alıcı şarkısı olarak adlandırdığım “The Plague” resmen bir şaheser olmuş. Gerek mükemmel riffleri, gerek melodik riffleri ve gerekse de öküz gibi davul çeşitlemeleri ile adeta alev alıyor şarkı.

Tim Lambesis’in vokal performansını oldukça beğenen biriyim. Bu grubun en büyük avantajlarından biri bu kaslı ve dövmeli herifin muazzam sesidir. Her şarkıda harikulade bir performans sergilemiş. Basçı adamımız “Josh Gilbert”in de temiz vokalde gayet iyi iş çıkarmış. Fakat beni öyle fazla etkilemedi. Tim’in bağırmalarını daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Her As I Lay Dying albümünde olduğu gibi bu albümünde en göze çarpan adamı yine “Jordan Mancino” adlı ruh hastası adam oluyor dostlarım. Benim hala en başarılı bulduğun davulcular arasında yer alıyor. Tabi Trivium’dan “Alex Bent” yaratığı bu adamı solladı orası ayrı. Mükemmel çeşitlemeleri ile her şarkının adeta patlayan adamı konumunda Jordan. Phil ve Nick’in gitar performansları elbette süper olmuş. Zira bu albüm için yazılan manyak rifflerin sahipleri bu iki yetenekli dostumuz. Gitar soloları biraz daha iyi olabilirmiş. Bu durum çok büyük bir kusur değil elbette. Sadece naçizane düşüncemdir benim.


Albümde 11 şarkı yer alıyor ve toplam süresi yaklaşık 45 dakika kadar. Yani oldukça kararında şarkı sürelerine sahip The Powerless Rise. Albümdeki her şarkıyı büyük bir zevkle dinledim. Albümün kendisini zaten büyük bir zevkle dinledim. Fakat benim ağzımı açık bırakan iki şarkı var. Bunlardan birincisi; “Parallels”, bir diğeri de yukarıda da söylediğim “The Plague” adlı şaheserdir. 2010 yılında dinlediğimden daha fazla zevk aldım bu dinlememde dostlarım. Daha iyi özümsedim albümü. Gözü kapalı önereceğim bir albüm The Powerless Rise. Özellikle süper gitar rifflerini gerçekten duymanız gerekiyor. Bir de Jordan’ın hayvansal hareketlerini elbette… Bir sonraki yazıda görüşene dek hoşça kalın!

Albüm Puanı: 9/10



Yorumlar