Bazen dinlediğim müziği öylesine yüceltiyorum ki adeta onu tanrılaştırıyorum. En yüceyi eğer tanrı olarak kabul ediyorsak Metal Müzik de benim en yüce varlığım. Bu ilahi müziği dinleyen ve seven şanslı insanlardan biri olduğum için de ayrıca mutlu oluyorum. Onca müzik türü arasından Metal en kaliteli olanlarından biri belki de. Kaliteli demek belki de yanlış bir kullanım olacak ama inanın başka bir tabir bulamıyorum. Böylesine güzide bir türü ben nasıl yüceltmem ki? Zaten benim yüceltmeme ne hacet, Metal’in kendisi en yüce olanlardan. Bu müziği bana sevdiren yüzlerce grup var. Keşfetmediğim binlercesini saymıyorum bile. Fakat işin içine tapınmaya kadar gidecek bazı gruplar giriyor. İşte onlar hadsizin önde gidenleri. En büyük hadsiz bugün yine siteyi pisliğe boğuyor. Dostlarım huzurlarınızda bir kez daha DEATHSPELL OMEGA!
Deathspell Omega'nın bütün albümlerini bir seferde aldım geçenlerde. İnanın öylesine mutlu oldum ki, sonunda bu Fransız ahlaksızlarının tüm diskografisine sahibim. Siteye eğer Deathspell Omega albümü yazmaya karar verdiysem, o yazı en değerli yazılardan biri oluyor. Zihnimde kurduğum cümleleri daha da özenle seçiyorum ve öyle yazıya döküyorum. Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Hiç de değil! Bu zamana kadar Deathspell Omega dinlemediyseniz büyük ihtimalle kocaman bir abartıdan ibaret gelebilir şu ana kadar yazdıklarım. Fakat eğer dinleyenlerdenseniz kesinlikle bu yazıyı okurken gözleriniz parlıyordur. Deathspell Omega Black Metal’de devrim yaptı. Evet, devrim yaptı dostlarım. İskandinav Yarımadası’nın yön verdiği Black Metal’e Fransız şirreti bulaştı. Birbirine benzeyen grupların müziklerini dinlemeye alışmıştık ki (kötülemiyorum kesinlikle) ortaya bu terbiyesizler çıktı. Avangart tınıları ile bezeli, cehennemin kuytu atmosferlerini fani dünyaya taşıyan ve beyin yakan besteler yaratan Deathspell Omega’nın “Drought” adlı EP’sini okuyacaksınız. Ona göre yerinizi sağlama alın!
2012 yılında dinleyenleri ile buluştu Drought. Paracletus’tan sonra 2011 yılında “Diabolus Absconditus” adlı yaklaşık 23 dakikalık tek şarkıdan oluşan bir EP yayınladı grup. Drought ise 6 şarkıdan oluşan bir EP olduğu için daha fazla heyecan uyandırdı. Her ne kadar 6 şarkıdan oluşan bu EP’nin süresi tek şarkıdan oluşan Diabolus Absconditus’tan daha kısa olsa da (20 dakikalık bir süreye sahip Drought) daha fazla merak edilen bir albüm oldu. Diabolus Absconditus’u da dinledim ve yakın zamanda onunda kritiğini yazacağım buraya. Her Deathspell Omega albümünü ilk defa dinlemeye başladığımda heyecandan yerimde duramadım. Çünkü tam bir bilinmezlik dinliyorsunuz dostlarım. Bazı grupların neler yapabileceğini az çok kestirebiliyorsunuz fakat bu Fransız şirk koşucuları için durum hiç de öyle değil. Bunu ilk dinlediğim “Paracletus” albümlerinde anlamıştım. Çünkü albüm kendi içinde bile öylesine fazla değişkenliklerle doluydu ki, albümü dinlemeyi bitirdikten sonra gerçek dünyada bir süre ebleh gibi dolaştım. Hayır, insan utanır böyle albümler yapmaya. Kendileri insan olmadığı için bizi de hiç düşünmüyorlar bu adamlara ne olur falan diye.
Drought'u 3 günden beri dinliyorum (12 kere dinledim ve bu yazıyı yazarken de dinlemeye devam ediyorum). Klasik bir Deathspell Omega albümü diyemeyeceğim bu defa Drought için. Yukarıda da söylediğim gibi bu grubun albümleri her defasında sürprizlerle dolu oluyor. Dinlerken kahroluyorsunuz. Bu şarkıları nasıl insan bestelemiş olabilir diye. Ben bazen iblislerin enstrümanları ellerine alıp “hadi beyler alev gibi şarkılar” yapıyoruz dediğini falan bile düşündüm çünkü. O derece karmaşık rifflerin ve karanlık atmosferin kol gezdiği şarkılar yaratıyorlar. İşte Drought tam da bu noktada, yani karmaşıklık ve karanlık atmosfer noktasında, diğer Deathspell Omega yapıtlarına nazaran daha yumuşak bir hava veriyor. Bunun yanı sıra daha az beyin zorlayıcı riffleri barındırdığı da bir gerçek. Albümü dinlerken hiçbir rahatsızlık duymadım. Fakat son şarkıya kadar “şimdi ortalığın...öhömm” bekledim. Evet, her şarkıda bir nebze de olsa Deathspell Omega iğrençliklerini duyuyorsunuz fakat çok değil. Biz Deathspell Omega sevenler olarak pisliğe, şirrete, şirke, ahlaksızlığa alışmış insanlarız. Beynimizi bu adamların yaptığı öküz gibi müziğe alıştırmışız. O yüzden bütün bu ahlaksızlıkların seviyesinde küçücük bir azalma olunca bile üzülüyoruz.
Drought'u dinlediğiniz de seveceksiniz. Bundan yana hiç şüphem yok. Hatta bazılarınız için en iyi Deathspell Omega işlerinden biri bile olacaktır. Fakat “Si Monvmentvm Reqvires, Circvmspice, Kénôse, Fas – Ite, Maledicti, in Ignem Aeternum ve Paracletus” gibi (yazarken tükendim) büyükbaş hayvanlıklardan sonra Drought daha çok küçükbaş bir hayvancık olmuş. Fark ettiyseniz Drought’u sadece Deathspell Omega albümleri içinde kıyaslayabildim. Çünkü bu adamların eşi benzeri yok. Evet, Avangart Black Metal yapan bazı gruplar da var ama hiç biri bu adamlar gibi şeytanın ta kendisi değil. O yüzden Drought’u eğer başka grupların albümleri ile kıyaslamaya girmeye kalkışsam büyük ihtimal hepsini gözü yaşlı bırakır. Zaten adil bir kıyaslama da olmaz. Albümde yer alan 6 şarkı su gibi akıp gidiyor. Dediğim gibi albümün dinlenmesinde her hangi bir sorun yok. Yalnız albümde beni irite eden şey tiz oranının çok yoğun olması. Özellikle bu soundu “The Synarchy of Molten Bones”da daha da yoğun bir şekilde duyduk bu tizliği. Fakat The Synarchy of Molten Bones efsaneler arasında yer aldığı için o sounda dil uzatamadım haliyle. Drought’taki tizlik çok rahatsız edecek düzeyde değil zaten. Ben özellikle basçı ruh hastasının yaptığı serseriliklerden çok etkilendim dostlarım. Adam resmen parmaklarını albümde bırakmış. Albümdeki bütün şarkıları bayıla bayıla dinledim. Fakat son şarkı olan “The Crackled Book of Life” benim gözlerimden yaşlar süzdüren şarkı oldu.
Drought, diğer Deathspell Omega albümleri gibi çok yoğun değil ama çok az bir farkla bu yoğunluktan mahrum. Dinlediğiniz zaman bana hak vereceksiniz. Hoşça kalın dostlarım!
Albüm Puanı: 8/10
Deathspell Omega'nın bütün albümlerini bir seferde aldım geçenlerde. İnanın öylesine mutlu oldum ki, sonunda bu Fransız ahlaksızlarının tüm diskografisine sahibim. Siteye eğer Deathspell Omega albümü yazmaya karar verdiysem, o yazı en değerli yazılardan biri oluyor. Zihnimde kurduğum cümleleri daha da özenle seçiyorum ve öyle yazıya döküyorum. Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Hiç de değil! Bu zamana kadar Deathspell Omega dinlemediyseniz büyük ihtimalle kocaman bir abartıdan ibaret gelebilir şu ana kadar yazdıklarım. Fakat eğer dinleyenlerdenseniz kesinlikle bu yazıyı okurken gözleriniz parlıyordur. Deathspell Omega Black Metal’de devrim yaptı. Evet, devrim yaptı dostlarım. İskandinav Yarımadası’nın yön verdiği Black Metal’e Fransız şirreti bulaştı. Birbirine benzeyen grupların müziklerini dinlemeye alışmıştık ki (kötülemiyorum kesinlikle) ortaya bu terbiyesizler çıktı. Avangart tınıları ile bezeli, cehennemin kuytu atmosferlerini fani dünyaya taşıyan ve beyin yakan besteler yaratan Deathspell Omega’nın “Drought” adlı EP’sini okuyacaksınız. Ona göre yerinizi sağlama alın!
2012 yılında dinleyenleri ile buluştu Drought. Paracletus’tan sonra 2011 yılında “Diabolus Absconditus” adlı yaklaşık 23 dakikalık tek şarkıdan oluşan bir EP yayınladı grup. Drought ise 6 şarkıdan oluşan bir EP olduğu için daha fazla heyecan uyandırdı. Her ne kadar 6 şarkıdan oluşan bu EP’nin süresi tek şarkıdan oluşan Diabolus Absconditus’tan daha kısa olsa da (20 dakikalık bir süreye sahip Drought) daha fazla merak edilen bir albüm oldu. Diabolus Absconditus’u da dinledim ve yakın zamanda onunda kritiğini yazacağım buraya. Her Deathspell Omega albümünü ilk defa dinlemeye başladığımda heyecandan yerimde duramadım. Çünkü tam bir bilinmezlik dinliyorsunuz dostlarım. Bazı grupların neler yapabileceğini az çok kestirebiliyorsunuz fakat bu Fransız şirk koşucuları için durum hiç de öyle değil. Bunu ilk dinlediğim “Paracletus” albümlerinde anlamıştım. Çünkü albüm kendi içinde bile öylesine fazla değişkenliklerle doluydu ki, albümü dinlemeyi bitirdikten sonra gerçek dünyada bir süre ebleh gibi dolaştım. Hayır, insan utanır böyle albümler yapmaya. Kendileri insan olmadığı için bizi de hiç düşünmüyorlar bu adamlara ne olur falan diye.
Drought'u 3 günden beri dinliyorum (12 kere dinledim ve bu yazıyı yazarken de dinlemeye devam ediyorum). Klasik bir Deathspell Omega albümü diyemeyeceğim bu defa Drought için. Yukarıda da söylediğim gibi bu grubun albümleri her defasında sürprizlerle dolu oluyor. Dinlerken kahroluyorsunuz. Bu şarkıları nasıl insan bestelemiş olabilir diye. Ben bazen iblislerin enstrümanları ellerine alıp “hadi beyler alev gibi şarkılar” yapıyoruz dediğini falan bile düşündüm çünkü. O derece karmaşık rifflerin ve karanlık atmosferin kol gezdiği şarkılar yaratıyorlar. İşte Drought tam da bu noktada, yani karmaşıklık ve karanlık atmosfer noktasında, diğer Deathspell Omega yapıtlarına nazaran daha yumuşak bir hava veriyor. Bunun yanı sıra daha az beyin zorlayıcı riffleri barındırdığı da bir gerçek. Albümü dinlerken hiçbir rahatsızlık duymadım. Fakat son şarkıya kadar “şimdi ortalığın...öhömm” bekledim. Evet, her şarkıda bir nebze de olsa Deathspell Omega iğrençliklerini duyuyorsunuz fakat çok değil. Biz Deathspell Omega sevenler olarak pisliğe, şirrete, şirke, ahlaksızlığa alışmış insanlarız. Beynimizi bu adamların yaptığı öküz gibi müziğe alıştırmışız. O yüzden bütün bu ahlaksızlıkların seviyesinde küçücük bir azalma olunca bile üzülüyoruz.
Drought'u dinlediğiniz de seveceksiniz. Bundan yana hiç şüphem yok. Hatta bazılarınız için en iyi Deathspell Omega işlerinden biri bile olacaktır. Fakat “Si Monvmentvm Reqvires, Circvmspice, Kénôse, Fas – Ite, Maledicti, in Ignem Aeternum ve Paracletus” gibi (yazarken tükendim) büyükbaş hayvanlıklardan sonra Drought daha çok küçükbaş bir hayvancık olmuş. Fark ettiyseniz Drought’u sadece Deathspell Omega albümleri içinde kıyaslayabildim. Çünkü bu adamların eşi benzeri yok. Evet, Avangart Black Metal yapan bazı gruplar da var ama hiç biri bu adamlar gibi şeytanın ta kendisi değil. O yüzden Drought’u eğer başka grupların albümleri ile kıyaslamaya girmeye kalkışsam büyük ihtimal hepsini gözü yaşlı bırakır. Zaten adil bir kıyaslama da olmaz. Albümde yer alan 6 şarkı su gibi akıp gidiyor. Dediğim gibi albümün dinlenmesinde her hangi bir sorun yok. Yalnız albümde beni irite eden şey tiz oranının çok yoğun olması. Özellikle bu soundu “The Synarchy of Molten Bones”da daha da yoğun bir şekilde duyduk bu tizliği. Fakat The Synarchy of Molten Bones efsaneler arasında yer aldığı için o sounda dil uzatamadım haliyle. Drought’taki tizlik çok rahatsız edecek düzeyde değil zaten. Ben özellikle basçı ruh hastasının yaptığı serseriliklerden çok etkilendim dostlarım. Adam resmen parmaklarını albümde bırakmış. Albümdeki bütün şarkıları bayıla bayıla dinledim. Fakat son şarkı olan “The Crackled Book of Life” benim gözlerimden yaşlar süzdüren şarkı oldu.
Drought, diğer Deathspell Omega albümleri gibi çok yoğun değil ama çok az bir farkla bu yoğunluktan mahrum. Dinlediğiniz zaman bana hak vereceksiniz. Hoşça kalın dostlarım!
Albüm Puanı: 8/10
Yorumlar
Yorum Gönder