|
SANATÇI: MATEI APOSTOLESCU |
Global dünya dedikleri şeyi ben bir türlü anlayamıyorum. Aslıda
anlıyorum fakat mantığımda oturtamıyorum. Birilerinin globalleştirdiği dünyada
yaşamanın, var olmanın ne kadar anlamlı olduğunu düşünen bir tek ben değilimdir
herhalde. Düşünen bir kitle olsa bile kendilerini bu globalleşme veya
küreselleşmenin (hangisini siz daha çok kullanıyorsanız artık) çarklarında
birer dişli olarak benimsemiş durumdalar. Dünya sürekli yenileniyor. Sürekli
bir değişim içinde. Her şey çok hızlı bir şekilde var olabiliyor artık. İmkânsızlık
denilen tabir yavaş yavaş kaybolmak üzere… Farklı amaçlar uğruna çok fantastik
şeyleri var edebiliyor artık insan evladı. Gökyüzünde dolaşmak artık hepimizin
hayatında rutin bir şey oldu. Süratten yana hiçbir sıkıntımız kalmadı. Fakat
her daim daha da hızlı olmaya çalışıyoruz. Çünkü bizler modern dünyanın modern
varlıklarıyız. Gökyüzünün derinliklerine çıkmayı başardık. Dünya’dan başka bir
gezegende dolaşmaya başladık. Orada bir hayat kovalamaktayız. Çünkü dünya bize
dar gelmeye başladı. İnsan evladının yaşadığı yerde hala adım atmadığı,
keşfetmediği yerler dururken bizler gözümüzü Mars’a diktik. Su arıyoruz. Hava
arıyoruz. En ufak bir yaşam kırıntısı bile bizlere umut oluyor. Peki, neden
böyleyiz biz? Neden sürekli daha fazlasını istiyoruz? Bizim DNA kodumuzda mı bu
var? Yoksa küreselleşen dünya mı bizi bu hale getirdi. Küreselleşen bu dünyada
en üstün varlık artık sadece insan. Tanrıya bile gerek duymamaya başladı insan
evladı. Haklılar. Yozlaşmanın en büyük zararı bizlerin düşünme şekillerinde
yaşandı. Mutlu olma süremiz artık çok kısaldı. Elimize aldığımız en pahalı şey
bile bizi sadece birkaç saat mutlu edebiliyor. Daha sonra o da artık sıradan
bir nesne haline dönüşüyor. Bu tür zararların sanatı etkilememesi diye bir şey
söz konusu olabilir miydi? Şöyle bir etrafınıza bakın, hangi sanat dalı nerede
ve nasıl icra ediliyor? Sanatın özgürlüğünün de bir sınırı var mı? Sesinin en
çok çıkması gereken şey sanatken bugün derin bir sessizliğin içinde mi gömülü?
Tablo ne yazık ki hiç umut verici değil.
Önceki yazılarda müziğin yaşadığı yolculuktan sizlere bahsetmiştim.
Oldukça sıra dışı bir yolculuk yaşadığı aşikâr bu güzide sanat dalının.
Günümüzde en popüler sanat dalı olmasının belki de en büyük nedeni yaşadığı bu
serüven olsa gerek. Sopaları taşlara vurmadan, enstrümansız “müzik” yapmaya
kadar yaşanan bir maceradan bahsettim. Size de çok garip gelmiyor mu
enstrümansız müzik yapmak? Günümüzde sanatta yaşanan en büyük yozlaşma hiç
şüphesiz müzikte yaşanıyor. Sanatçı kavramı artık hiçbir şey ifade etmemeye
başladı. Neden ifade etsin ki? Milyonlarca insan artık sanatçı diye anılıyor.
Neyi nasıl yaptığı önemli değil. Önemli olan tek şey popüler akımın bir parçası
oldu mu olmadı mı? Artık tek kıstas bu oldu. Bu çarkın bir dişlisi olduğu vakit
kendisine hemen sanatçı deniyor. İşte bu yüzden sanatçı kelimesi oldukça yavan
bir sözcük olmaya başladı. Acı ama gerçek! Televizyonu açtığınızda bütün
dünyada var olan yetenek yarışmalarına, ses yarışmalarına denk gelirsiniz. Bir
insanın yetenekli olup olmadığını 4 insandan sadece 3’ü belirleyebiliyor. Peki,
4 insanın gerçekten nasıl bir vasfa sahip olduğunu biliyor muyuz? Bu 4 insanın
bir kişiyi kabul edecek veya eleyecek kadar yetenek sahibi olup olmadığını
biliyor muyuz? Hiç önemli değil bunlar. Önemli olan tek şey, o televizyon
programının yayınlandığı kanala getirdiği gelirden başka bir şey değil. Yine
aynı şekilde ses yarışmaları yer alıyor televizyonlarda. Ya arkadaşlar müzik
adamı olmak bu kadar kolay olabilir mi? Dünyaca ünlü müzisyenlere baktığımızda,
dünyada sanata gerçekten katkısı olan insanlara baktığımızda bu insanların bu
kadar basit insanlar olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Yanındaki arkadaşı “senin
sesin çok güzel” dediği için işini gücünü bırakıp yarışmaya katılanlar mı dersiniz,
üniversitede konservatuarda okuyan bir arkadaşın aldığı eğitime limon sıkıp
sırf ünlenmek için o programa katılmasını mı dersiniz… Bütün bunların karman
çorman olduğu bir yarışma da müzik yerden yere vuruluyor işte. Bu sadece bizim
ülkemiz için geçerli değil. Şu an tüm dünya da durum böyle. Zaten fark
ediyorsanız bu yarışmaları kazanan insanlar yok olup gidiyor. Çünkü popüler
kültürün en güzel tarafı bu zaten, tüketmek!
|
SANATÇI: Bilinmiyor |
Her insan dinlediği müzik türünün en iyisi olduğunu düşünür ve
savunur. Bu gayet normaldir. Fakat o müzik türünün başkası tarafından
eleştirilmesine katlanamaz. Buna ben de dahilim. Fakat benim dahil olmam şöyle
oluyor; metal müzik ve klasik müzik seven biri olarak bu türleri eleştirecek
bir insanın bu müzik türleri hakkında oldukça iyi bir bilgiye sahip olması
gerektiğini düşünüyorum. Yani hiç bilmediği bir müzik türünü yerden yere
vurmaya çalışmak ne kadar mantıklı bir hareket olabilir ki? Metal müzik için en
çok yapıştırılan etiket çok gürültülü olduğudur. Evet, ben de her zaman dile
getiririm gürültülü bir müzik sevdiğimi. Lakin bu gürültü öyle kuru gürültü
değildir. Daha öncede çoğu yerde dile getirdiğim gibi, metal müziğin doğasında
başkaldırı ve aykırılık vardır. Bu müzik türü birçok felsefi, dini, sosyal ve
mental konulardan bahseder. Durum böyle olunca bazı grupların bazı şarkıları
kırlarda koşan Ayşecik mutluluğu ile dile getirmesini bekleyemezsiniz. Öfkesini
sizinle paylaşmak isteyecektir. Nasıl pop müzikte sürekli aşk ve sevişme arzusu
varsa ve bunu dile getirmenin en iyi yolunu yumuşak bir sound ile yapıyorlarsa,
Metal Müzik de içinde barındırdığı bu tür konuları bizlere yaşatmak istediği
şekilde veriyor. Klasik müzik için çok uyku getirici müzik diye etiket
yapıştırıyorlar. Bazı şarkılar oldukça düşük bir tempoya sahip ve bundan dolayı
da dinleyen kişi de böyle bir etki gösterebiliyor. Fakat bunu söyleyen birçok
insanın beyni yıllardır uykuda da olabilir. Müzikte yeniliklere açık ol
denildiğinde beni nedense bir gülme alıyor. Ben zaten dinlediğim müzik
türlerindeki her türlü yeniliğe açığım. Fakat birisi bana yeniliklere açık ol
derken, hiphop dinle demek istiyorsa işte bu dünyanın en saçma yeniliklere açık
ol deme şeklidir. Bu yeniliğe açık olma değil benim haz etmediğim bir şeyi bana
benimsetmeye çalışmaktır.
|
SANATÇI: JUSTIN BUA |
Günümüzde gerçek sanat ile ilgilenen insanların sayısı ne yazık ki hiç
olmadığı kadar azdır. Bu üzerinde saatlerce tartışılacak bir konu olmasına
rağmen, hiç kimse bu konuyu önemsemiyor bile. Çünkü birileri bir yerlerde bir
şeyler icra ediyor nasıl olsa düşüncesindeler. Evet, ama kim, nerede, nasıl
şeyler icra ediyor? Bu hiç mi önemli değil? Sanatın o sesli olan güzide yönü
git gide yok oluyor. Çünkü sanat sözcüğünün içinde hiçbir şey bırakmadılar.
Estetik kaygısı güdülmüyor artık. Eskiden birileri birilerinden esinlenirdi ve
bu gayet normaldi. Fakat şimdi birileri birilerinden bir şeyler çalıyor.
Üretilmiş bir şeyin ucundan kıyısından bir şeyleri kopyalayarak yeni bir şey
var ettiğini düşünüyor. Bunu dünya ile paylaşıyor ve paylaştığı güruh bunu çok
güzel bir şekilde tüketebiliyor. Bugün o beğenilmeyen klasik müzik şarkılarının
ucundan kıyısından çalınarak yaratılan birçok R&B şarkısı var. 6 saniyelik
bir melodiyi arkadaki “dımtıs dımtıs” temposu ile birleştirip 4 dakikalık bir
şarkı haline getirip bunu insanlara sunabiliyorlar. Sonra da bu şarkı kendi
deyimleriyle “yılın en hit” şarkısı oluyor. Sanat icra etmedikleri gibi gerçek
sanatçıya da artık saygı duymuyorlar. Yazılan şarkı sözleri zaten tam bir
skandal durumdadır. Daha önceki yazıda bahsetmiştim zaten bu konuyu, o yüzden
çok fazla üzerinde durmayacağım. Sadece şunu söylemek istiyorum, böylesine
ahlaksızlığın var olduğu şarkı sözlerini sadece popüler kültür denen şeyde
görürsünüz. Dünyada iyi ki farklı düşünen insanlar da var. Ne kadar az olsalar
da o insanlar sayesinde sanatın sesi kısık da olsa çıkıyor. Tamamen kısıldığını
hayal bile etmek istemiyorum. Dünya çapında kaliteli işler yapan ve bunu sadece
sanat için yapan, belli bir güruha yaranmak veya popüler olmak için yapmayan
insanların var olması bizlerin tutunacak dalı oluyor resmen.
|
SANATÇI: TIM van MOTMAN |
İyimser bir tablo çizmeyi çok istiyorum fakat başaramıyorum. Çünkü
gerçekler ne yazık ki burnumuzun dibinde duruyor. Yaşadığımız dünyada her şey
çok çabuk tüketiliyor. İnsanların vakti artık öylesine çok değerli ki bir
şarkıyı dinleme süreleri bile bu tüketimden dolayı kısalmış durumda. Eğer bir
kişi açtığı bir şarkının ilk 10 saniyesini beğenmiyorsa anında onu
kapatabiliyor. O şarkıya şans bile vermiyor. Çünkü zamanı çok değerli? Peki, bu
değerli zamanda neler yapılıyor? İnanın öylesine faydasız şeylerle zamanımızı
meşgul edebiliyoruz ki, o çok değerli olan zamanı biz zaten bir şeyler
yapmayarak ya da verimli kullanmayarak değersizleştirebiliyoruz. Kariyer
peşinde koşuyoruz. Bu gayet normal çünkü en üstte bahsettiğim küreselleşen
dünyada var olmak istiyorsak (iyi bir şekilde var olmak) en iyi kariyere sahip
bireylerden biri olmamız gerekir. İşte bu kariyer peşinde koşma durumundan
dolayı bizi biz yapan sosyalleşmeden feragat edebiliyoruz. Ne bir albüm
dinleyecek kadar zamanımız oluyor ne de bir film izleyecek kadar. Küreselleşen
dünya bizi sanatsız sesler haline getiriyor. Sesimiz var ama o sesin bir
melodisi, bir estetikliği yok. Varsa yoksa hayat gailesinden dem vuruyoruz. Bu
durum nasıl ve ne zaman düzelir bilmiyorum. Fakat içinde yaşadığımız global
dünyanın çarkının dişlisi olmaktan biraz feragat ederek başlayabiliriz sanırım.
Tamamen kopamayacağız belki ama en azından insan olmanın en güzel yanı olan
sosyal yaşamımıza biraz daha zaman ayırabileceğiz. Çok mu zor? Hayır. Sadece
uzun uzun düşünmek gerekiyor nasıl bir hayat yaşamak istediğiniz konusunu.
Düşünmeye vakit ayırmak gerekiyor. Sanata vakit ayırmak gerekiyor. Arkadaşlara
vakit ayırmak gerekiyor. Kısacası güzel bir hayat için, kendinize vakit ayırmak
gerekiyor. Vakit ayırırken de sanatın var olması ve sesinin yükselmesi için
elinizden ne geliyorsa yapın. Lakin yapmazsanız, gri bir dünyanın kapılarını
açmış olursunuz. Sanatın sesi yerine, sanatsız seslerin lakırdısını
işitirsiniz. Hepiniz sevgi ile kalın.
*
Deneme 1-2-3 yazı serisine göstermiş olduğunu güzel ilgiden dolayı teşekkür ediyorum. Naçizane düşüncelerimi sizlerle paylaştım. Sanatı seven sizlerin hep var olması dileğiyle...
Yorumlar
Yorum Gönder