Her şey yeryüzünün şekillenmesiyle başlamıştı hâlbuki.
Yeryüzünün geçirdiği o devasa değişikliklerin ardı arkası kesilmedi. İlk
oluşumdan günümüze kadar olan süreçte birçok evre yaşadı Dünya. Yaşamaya devam
ediyor ve edecek de. İlkel Dünya’dan çıkan seslerle modern Dünya’dan çıkan
sesler arasında artık sayılamayacak kadar fazla fark vardır. Fakat ikisinin
ortak özelliği sestir. Ses dediysem de öyle düzensiz çıkan bir ses değil
elbette. Bahsedilen ses artık melodinin ta kendisidir. İlkel dönemde de
melodiler yaratılıyordu, günümüzde de yaratılmaya devam ediliyor. Sadece
melodiyi yaratan araçlar artık farklı. İlkel dönemde araç-gereçleri müzik
aletine çevirme fikri oldukça zor görünse de günümüzde müzik aletlerini yapmak
ve çoğaltmak artık oldukça kolay. Fabrika devletleriyiz bizler artık ve o
fabrika bacalarının bir kısmı da işte bu müzik aletlerini yapmak için varlar.
Bizlere modern seslerin aletlerini üretmek için varlar. Modern sesleri duyurmak
ve o ses cümbüşünden haz almamızı sağlamak için varlar. Bu fabrikalar bizlere
müzik aletlerinin yanında, bu müzik aletlerini üreten markaları da duyurdular.
Zamanın enstrüman yapım ustalarının isimleri bugün markalaşmış durumda. Bizler
de o markaların birer hayranı konumundayız. Tüketim toplumuyuz. Fakat müzik
konusunda bu tüketim çılgınlığımız sekteye uğruyor. Neden mi?
|
Modern Zamanlar filminden. |
Dünya üzerinde birçok etnik toplum yaşıyor. Sayı veremem size
dostlarım çünkü o derece çok bir etnik kökenden bahsediyoruz. Bu toplumların
çoğu modern insanın yaşayış tarzını benimsemiş durumda. Yani çoğumuzun yaşadığı
hayatları yaşamaktadırlar. Bu hayatlar kısaca şöyledir; sabah erken kalkar,
kahvaltı yapmaya fırsat bulabilirse kahvaltısını yapar, aracına veya toplu
taşımaya biner, işine veya okuluna doğru yoluna koyulur, 8 ila 10 saat arası
bir mesai sonrası tekrar aynı vasıtalar ile yola çıkar. Eğer çok yorgun
değilse belki bir akşamı sosyalleşmeye harcar ve sonra eve döner yatar
uyur. Yani bir makinenin dişlileri gibiyiz. Hani Charlie Chaplin’in “Modern
Zamanlar” filminde olduğu gibi. Kanlı canlı robotlar halindeyizdir aslında. Kültürel
yönümüzü geliştirmek için kendimize harcadığımız zaman o kadar dar ki, ne biz
gelişebiliyoruz ne de bizler için var olan sanat dalları kendilerini bizlere
tam olarak ulaştırabiliyorlar. Herkesin çocukluktan beri hayali olan bir
enstrüman öğrenip çalma olayı bile artık yok oldu diyebiliriz. Eskiden bu
arzudan dolayı birçok müzik insanı yetişebiliyormuş. Fakat “yeni nesil” olarak
adlandırılan çoğu çocuk ne yazık ki enstrüman öğrenmeyi ellerine tutuşturulan
cihazlara değişiyorlar. Bundan dolayı müzikle ilgisi sadece “mp3 nasıl
indirilir?” saçmalığına takılıp kalıyor. Elbette bu durum her toplum için
geçerli değildir. Avrupa ve İskandinav Yarımadası eğitim düzeyi oldukça yüksek
insanlardan oluştuğu için, çocuklarını daha bilinçli yetiştirebiliyorlar. Tabi
ki bu sadece eğitim düzeyi değil aynı zamanda o ülkenin refah seviyesinin
yüksekliğinden de kaynaklanmadır. Aslına bakarsanız yine eğitim seviyesinin
yüksekliği refahı sağlayandır. Bu yüzden yukarıdaki sorunun cevabı şudur;
tüketim toplumlarının yöneldikleri çılgınlıklar çok farklıdır. En iyi yemekleri
yeme, en iyi giysileri giyme, en iyi evlerde oturma, en son teknolojiye sahip olma,
en iyi kozmetiği kullanma derken sanata eğilime bir bütçe harcanmıyor. Sanat’ı
elde etmek için para şart mı peki? Evet. Çünkü bugün o sanatı sergileyen güzide
insanların var olabilmesini istiyorsak o paralar şart. Yukarıdaki tüketim
çılgınlıklarına harcanan paradan dolayı kişi müzik ile uğraşmaya eğilim
göstermiyor. Uğraştığı müzik ile ilgili bir çalgı aleti almak istediğinde ona
pahalı gelecek ve bunu gereksiz bulup, diğer çok gerekli harcamalarına devam
edecektir. İşte bu yüzdendir ki müzik konusunda tüketim çılgını değiliz.
|
The Gran Teatre del Liceu / Barcelona |
1600'lü yıllarda var olan müzik aletlerinin tamamı akustik
yapıdadır. Yani çalgı aletinin kendisi ses çıkarmak için müzisyene ihtiyaç duyuyor.
Müzisyen de bu aletin ricasını kırmayarak onu olabildiğince güzel bir şekilde
kullanıp ortaya güzel melodiler çıkarıyor. 1600’lü yıllarda var olan müzik
bildiğiniz üzere Klasik Müzik’tir dostlarım. O zamanlar elbette bir fabrikasyon
süreci de yok. Yani bir keman yapmak belki de yıllarını alıyordu bir Luthierin
(enstrüman yapan kişiye luthier denir). O yüzden her yapılan enstrüman
neredeyse bir servet değerindedir dostlarım. Elbette o servet değerindeki
enstrümanların çoğu kraliyet tarafından satın alınıp müzisyenlerin emrine
sunulduğu için, müzisyenlerin bu aletler için para harcadığını (en azından
servetler döktüğünü) söylemek zor. Bir konser vermek için çalgıların mükemmel
bir tınıya sahip olması ve salonun da yine mükemmel bir akustiğe sahip olması
gerekmektedir. Dünyaca ünlü konser salonları bugün hala Avrupa’da yerlerini
korumaktadırlar. 16. Yüzyıldan kalma salonların bütün ihtişamını koruyup hala
oralarda Klasik Müzik konserleri verilmektedir. Sonra hayatımıza elektrik
girdi. Elektrik bütün icatların en önemlisidir belki de. İnsan evladının
karanlık dünyasını aydınlatan bir icattır elektrik. Bütün olmayan şeylerin
günümüzde var olmasını sağlayan bir Tanrı’dır elektrik. Hayatımızı
kolaylaştıran ve modern insanın esas yaratıcısıdır. Elektrik; ışık oldu bizi
aydınlattı, ısı oldu bizi ısıttı, ses oldu kulaklarımıza kadar geldi, görüntü
oldu gözlerimizin içine girdi, aş oldu, ulaşım oldu, ilaç oldu, çare oldu.
Kısacası günümüzün tek Tanrı’sı “ELEKTRİK” oldu. İşte bu Tanrı’nın varlığı ile
artık sadece akustik seslerin darlığına kalmayacaktı müzik. O hırçın yönünü
bizlere gösterme zamanı gelmişti. Birçok enstrümanın elektrikli olan
varyasyonları yapılmaya başlandı. Bu enerjiden sonuna kadar yaranılması
gerekiyordu ve bizlerde onu yapıyoruz. Gitarlara elektriğin verilmesiyle
birlikte gelmiş geçmiş en farklı müzik türü olan Rock müzik ortaya çıktı.
Birçok gitar virtüözü kendini bu elektrikli asi çalgılarla gösterme fırsatı
yakaladı. Bu virtüözler bir araya gelerek güzel grupların oluşmasını sağladılar
ve bizler de bu müziğin keyfini çıkarıyoruz. Rock müzik de elbette evrim
geçirmeye devam etti. Günümüzde yüzlerce türü vardır artık bu elektrikli
müziğin.
|
Nikola Tesla |
Elektrik ile birlikte artık bizler modern sesleri duymaya başladık. Bu
modern sesler bize öylesine haz verdi ki etkisinden kurtulamadık. Kurtulmak da
istemedik. Neden isteyelim ki zaten? Bizi böylesine mutlu eden bir şeyin bizden
uzak olmasını istemek oldukça saçma olurdu. Fakat bu modern sesler öylesine
büyüdü ki sonunda var olması gereken “sanat” kabının içinden taştı. Taşınca da
hiç olmadık yerlerde kendi varlığını sürdürmeye başladı. Yeryüzünde kendine
müzisyen diyen fakat müzik ile alakası ne yazık ki olmayan milyonlar türedi. Bu
modern sesleri fırsat bilen ve sanattan taşan o modernliğe çamurlu ellerini
bulaştırdılar. Onların yapmaya çalıştıkları şey tamamen “piyasa müziği” (ki
burada bile müzik kelimesinin kullanılması beni oldukça irite ediyor) denilen,
akıl ve duygu gerektirmeyen şeylerdi. Elektriğin peygamberi olan Bilgisayar sağ
olsun ki bu tür düşünce yapısına sahip milyonlara “gelin bakalım” diyerek
onları ihya etti. Çamurlu ellere sahip bu insanlar sanat adına hiçbir şey
üretmemeye yemin etmişler gibiydi. Amaç sadece para olunca haliyle ortada bir
sanat kaygısının olmasına da gerek yoktu. Bu çamurlu eller bir şeyin çok iyi
farkına varmışlardı. Günümüzdeki tüketim çılgınlığının! İşte bunun farkında
olan bu kan emici yarasalar hiçbir müzik enstrümanına gerek duymadan yaptıkları
“şeyleri” insanlara sundular. Nitekim de haklı çıktılar. Popüler kültürün ağına
düşmüş insanlar bu “şeyleri” dinlediler ve buna müzik dediler. Modern sesler
artık bu yavanlıklar anlamına gelmekteydi. Hâlbuki modern seslerin kapsadığı
alanda kesinlikle bu saçma şeylere yer yoktu.
|
Zeng Fanzhi / Degenaration Tablosu |
Böylesine müzik yıkımının içinde, gerçek müziği sevenler ve sanatı
önemseyenler ne yazık ki azınlıkta kaldılar. Çok acı değil mi? Ahlaksız bir
modernliğin içinde sanat kapalı kapılar ardında bırakıldı. Bu karanlıkta kalmış
sanatı yalnız bırakmayan azınlıklar ise günümüzde “marjinal, entel” gibi sanki
hakaret kelimeleri gibi laflarla ötekileştirilmeye devam edilmektedir. Ne oldu
peki? Müziği esinti olarak kabul eden, o esintinin her daim var olmasını isteyen
ve bizlerin ruhunu okşamaya devam etmesini isteyen bizler için “Modern Sesler”
adı atında üretilen iğrençlikler fırtınaya dönüştü. Bu fırtına ne yazık ki
sadece
marjinal (toplumda türdeş bir kümenin içine girmeyen, onun en ucunda yer
alan, aykırı kimse),
entel, esasen entelektüel, (Bilim, teknik ve kültürün
değişik dallarında özel öğrenim görmüş (kimse), aydın, münevver.) insanları
yıkıma uğrattı. Uğratmaya da devam ediyor. Fakat bu güzide insanlar hep var
olacaklar ve var oldukları sürece de bu tür modernite adı altında sergilenen
saçmalıkların karşısında duracaklar. Sanatın sesini asla kesemeyecek bu
sanatsız sesler. Yaşasın müzik! Yaşasın sanat!
Yorumlar
Yorum Gönder