Merhaba dostlarım bugün
sizlerle 2008 yılına geri döneceğiz ve Metallica’nın St. Anger’dan 5 yıl sonra
piyasaya sürdüğü albümü olan “Death Magnetic”i inceleyeceğiz. Metallica hiç
şüphesiz milyonların Metal müzikle tanışma vesilesi olmuştur. Yaptıkları her
albümle çok konuşulan ve popülerliği gökyüzüne tırmanan Trash Metal devinin St.
Anger ile birlikte hakaretlere varacak şekilde eleştirilmesinden sonra Death
Magnetic geldi. Bakalım Metallica bu albümle bizlere neler vermiş. Hadi gelin
şu tabutun içine girelim birlikte.
Ülkede Metal müzik dinlemeye başlayan her genç gibi benim bu müziğe başlamamın tek sebebi Metallica’dır. Özellikle Black Album ile tüm dünyanın anasını ağlatmış olan grubun Türkiye’de de çok büyük bir hayran kitlesi oluşturması ve bu hayran kitlesinin yaş ortalamasının 16 olmasından dolayı Metallica birçoğumuzun bu sert müziğe “Merhaba” deyişimizin en büyük etkenidir. Her zaman her yerde söylediğim şey Metallica’nın Thrash Metal adına kaydettiği sadece ilk 4 albümü vardır. Black albüm de dâhil olmak üzere Death Magnetic’e kadar olan diğer albümler farklı şeylerin arayışının sonuçlarıdır. Bu sonuçlardan maalesef çok azı başarılı bir sonuç olmuştur.
St. Anger kayıtlarında
Jason ile yolların ayrılmasından sonra açıkçası benim için Metallica’dan
bekleyeceğim öyle efsane bir albümün gelmesi düşüncesi toz duman olmuştu. Jason
her ne kadar sadece kendisine verilen görevi yapan bir adam olsa da grup içinde,
onun enerjisi ve basgitarıyla olan o öfkeli ve sertlikle olan sevgi gösterisi
Metallica’nın sahnedeki en büyük enerjisiydi. St. Anger tam bir fiyaskoydu bunu
kabul edelim öncelikle. Bir de bunun kılıfını “Some Kind of Monster” adlı belgesel
tarzı filmleriyle uydurmaları açıkçası beni gruptan yeteri kadar soğutmuştu.
Biz bu albümü yaptık çünkü psikolojimiz çok bozuktu, James öküz gibi içiyordu,
Kirk hiç oralı bile değildi ve Lars ise hala iktidarlık peşindeydi gibi
senaryolarla St. Anger’ın aslında olabilecek en iyi albüm olduğunu söylediler.
Dostlarım, içinizde o belgeselde yaşananların birçoğunun tamamen senaryo
olduğuna inanmayan yoktur herhalde.
Ülkede Metal müzik dinlemeye başlayan her genç gibi benim bu müziğe başlamamın tek sebebi Metallica’dır. Özellikle Black Album ile tüm dünyanın anasını ağlatmış olan grubun Türkiye’de de çok büyük bir hayran kitlesi oluşturması ve bu hayran kitlesinin yaş ortalamasının 16 olmasından dolayı Metallica birçoğumuzun bu sert müziğe “Merhaba” deyişimizin en büyük etkenidir. Her zaman her yerde söylediğim şey Metallica’nın Thrash Metal adına kaydettiği sadece ilk 4 albümü vardır. Black albüm de dâhil olmak üzere Death Magnetic’e kadar olan diğer albümler farklı şeylerin arayışının sonuçlarıdır. Bu sonuçlardan maalesef çok azı başarılı bir sonuç olmuştur.
Böylesine saçma sapan olaylardan
sonra Metallica öyle ya da böyle 4 yıl boyunca turlayarak yine paranın… neyse…
Death Magnetic ile ilgili haberleri açıkçası o dönem yakından takip ettim.
Albümden paylaşılan her sesi dinleme çabası içindeydim. Metallica’dan ilk
olarak “My Apocalypse” adlı şarkılarının bir kısmını duydum. Açıkçası Metallica’nın
Thrash’e dönüş sesiydi resmen bu şarkı. Fakat elbette şarkı kaydı oldukça
berbattı ve albümden dinlerken daha iyi bir kalitede dinleyeceğimi biliyordum.
Metallica albümden “The Day That Never Comes” adlı slow şarkılarına klip çekip
yayınladıklarında açıkçası dumura uğramıştım resmen. Dumura uğrayışım şarkının
kötülüğünden değil, My Apocalypse’i dinlediğimde duyduğum berbat ses
kalitesinin meğerse Rick Rubin’nin berbat prodüksiyonu olmasından dolayı.
Metallica’nın zaten baladlar konusunda efsane olduğunu biliyoruz ve The Day
That Never Comes’ta harikulade bir şarkı gerçekten ama o iğrenç prodüksiyon
nedir arkadaş. Hiç mi kulaklarınız hissetmedi bu leş gibi kaydı! Yıllarca uğraş
gerçekten müthiş riffler yaz ama gelgelelim albümü kayda alan adam işsizin teki
çıksın. Daha albümü alamadan böylesine bir prodüksiyon kaydı yapılmış olması
beni albümden soğutmaya yetti.
Fakat The
Day That Never Comes’ın hatrına elbette albümü edindim. Ve baştan sona 5 kez
dinledim bir günde. Açıkçası ilk 2 dinleyişimde albümün sadece prodüksiyonundan
şikâyet ettim. Fakat 3. Dinlemeden sonra Lars’ın davul kayıtlarının ne kadar
sığ ve tek düze olduğundan dert yanmaya başladım. Kirk’in bıktıran Wah
sololarından ve James’in sesinin git gide dibe vurmuş olmasından dolayı üzüldüm
gerçekten. Fakat St. Anger kaydına göre daha iyi bir vokal olması da yine
ilginç bir olay tabi ki. Açıkçası ben Justice albümdeki o koydu mu oturtan
James vokallerinin hasretini çekiyorum her ne kadar böyle bir şeyin artık
mümkün olmayacağını bilsem de. Fakat albümde bulunan 10 şarkı için yazılmış
rifflere gerçekten şapka çıkarmamak elde değil. Özellikle Thrash Metal’in ne
kadar dar çerçeveli bir Metal türü olduğunu hesaba kattığımızda. Bas
kayıtlarının bir tık daha yüksek olmasını beklerdim ama kime diyorum, ya Rick
sana lanet olsun!
The End of
The Liine, Broken Beat & Scarred, The Day That Never Comes, Cyanide ve My
Apocalypse benim bayıldığım şarkılar oldu. Fakat esasında albümdeki bütün
şarkılar zevkle dinlenecek tarzda dostlarım. Death Magnetic, Metallica’nın 1988
yılı sonrası yapmış olduğu bir başka Thrash Metal albümü olarak tarihteki
yerini aldı. Aslında sadece Thrash Metal albümlerini baz alırsak eğer Death
Magnetic için tam tamına 20 yıl beklenmiş diyebiliriz. Bir başka yazıda
görüşmek üzere hoşça kalın ve kendinize iyi bakın dostlarım.
Albüm Puanı: 8/10
Albüm Puanı: 8/10
Yorumlar
Yorum Gönder