Öyle bir başlık
attım ki yazıya, işin içinden nasıl çıkarım bilmiyorum. Malum konu okyanus
kadar büyük ve derin olunca… Ama durun durun bir şekilde açıklayacağım sizlere.
Günümüzde sanatın
tanımı kısa cümlelerle yapılmaktadır. Aslına bakarsanız bu kısa cümlelerin
bazıları sanatın kısaca tanımını karşılıyor. Mesela, sanat; insanda ki hayal
gücünün dışarıya vurumu veya şekil almış halidir, şeklinde ki tanım pekte
yanlış sayılmaz. Ama bu tanım sanat felsefesi içinde sadece devede kulak
kalıyor. Aslında sanatın tanımı günümüze kadar tam anlamı ile doğru bir şekilde
yapılamadı ve hala sanatın tanımını tam manası ile yapacak bir babayiğit ortaya
çıkmadı. Ben sanatın çok cezbedici, kışkırtıcı, insanın aklını çelen yaramaz
biri olarak görüyorum. Yani sanatı bir vücudun içine sokuyorum ama bu vücut
bizim vücudumuz gibi belli sınırları olan bir vücut değil tabi ki. Uçsuz
bucaksız, yüzbinlerce renkten, milyonlarca sesten ve milyarlarca sözcükten
meydana gelen bir vücuttan bahsediyorum. Sanat aynı zamanda kocaman kollara
sahip bir dev gibi, kendisi ile ilgilenmek isteyen herkesi şefkatle sarıp
sarmalıyor. Sanat insanı o kadar çok seviyor ki hiçbir şeyini esirgemiyor,
hiçbir zaman %99’luk bir destek vermiyor. Her zaman %100’le insanın açlığını
gidermeye çalışıyor.
Peki, sanat bu
kadar cömertken, insan ne kadar sanat ile ilgilenerek sanatı yüceltiyor? Esas
sorun burada başlıyor zaten arkadaşlar. İlk insan dünyada var olmaya
başladıktan sonra sürekli dünyayı keşfetmeye çalışmıştır. Havayı, suyu, ateşi,
toprağı birer birer keşfeden insan daha sonra kendini keşfetmiştir. Ruhunu
keşfetmiştir. Nasıl karnını doyurması için avlanıp yiyecek buluyorsa, ruhunu da
doyurması için bir şeyler yapmak zorundaydı. Doğada çıkan sesleri dinledi buna
müzik dedi, çevresini seyretti, gökyüzünü seyretti buna resim dedi ve ne zaman
yazmayı öğrendi doğada yaşadığı olayları kaleme aldı işte buna da o zaman
edebiyat dedi. Öyleyse sanatı sanat yapan doğanın ta kendisi değil midir?
Sanat eski
çağlarda çok kıymetli iken, günümüzde insanın sanattan bu kadar uzaklaşması ve
sanatı tekrar sorgulamaya başlaması maalesef cehaletin geri döndüğünün bir
kanıtıdır. Fakat sanat hala birçok coğrafya için değerli tabii ki. Çünkü sanat
hala birçok ülkede her şeyin üstünde yer alıyor. Batı toplumu bugün parmakla
gösterilip, gıpta ediliyorsa bunu sanata ve sanatı layığı ile yaşatan
sanatçılarına borçludur. Fakat gelgelelim aynı şey batının bir parçası olan
bizim ülkemiz için geçerli değildir maalesef. Bunun en büyük nedeni ise
insanımızın giderek darlaşan dünya görüşüdür.
Şöyle bir
dünyadaki sanat arenasına baktığımızda ülkemizin bu arenaya kazandırdığı
sanatçı sayısı maalesef çok çok azdır. Bu az sanatçıların bir bölümü de zaten
ya Avrupa’da yaşamış veya halen orda yaşayanlardan oluşuyor. Ne kadar acı!
Çünkü bizde sanata bakış açısı öylesine değişti ki sanat, sanat olmaktan çıktı.
Bugün sanatçı diye adlandırılan popüler kültürün cahil uşakları aslında birer
saray palyaçosudur. Zaten sanatı yok etmeye başlayan da popüler kültürün ta
kendisidir.
Yıllardır
süregelen bir tartışma vardır ya “Sanat, sanat için midir yoksa Sanat, toplum
için midir?”, bunun cevabı aslında gayet açık ve nettir; sanat hiçbir zaman
toplum için olamaz. Bu cümleyi okuduğunuzda “hadi oradan sanat eserlerini kim okuyor,
yorumluyor, dinliyor o halde” gibi bir yorum yapabilirsiniz. Merak etmeyin
şimdi bu konuyu da açıyorum.
Leonardo da Vinci
hala gizemini koruyan Mona Lisa portesini sizce toplumun beğenisini kazanmak
için mi çizdi? Peki, J.S. Bach klavsende çaldığı o eşsiz eserlerini topluma
kendini beğendirmek için mi besteledi? Bunların cevapları kocaman bir HAYIR!
Zaten amaçları halk olsaydı şu an bu isimlerden bahsediyor olamazdım.
Bir sanat eseri
üzerinde çalışırken sadece estetikliğini düşünürsünüz. Kendi hayal dünyanızı en
iyi şekilde eserinize dökmek istersiniz. Resim çiziyorsanız, fırçanızdan tuvale
sürülen boyaların ahengini düşünürsünüz. Çünkü o resim, sanat ile sizin ateşli
sevişmeniz sonucu ortaya çıkan bir varlıktır. O resim sanat ile sizin
çocuğunuzdur. Peki, siz bu eseri topluma beğendirmek adına hayal gücünüzü
sınırlandırsaydınız ve popüler bir akımı tercih etseydiniz sizce bu sanat ile
sizin çocuğunuz olur muydu? Hayır! Bu siz ile toplumun çocuğu olurdu. Yani bu
durumda siz toplumun arzularını yerine getiren ve hayal gücünüzün
baltalanmasına izin veren sıradan bir ressam olurdunuz.
Yukarıda resimden
örnek verdim fakat resim, yozlaşmanın en az olduğu sanat dalı. Esas yozlaşma ve
kirlenme müzikte var ve bunu hepimiz gayet iyi biliyoruz. Amerika dünyanın en
büyük müzik piyasasının olduğu yer ve her gün yeni bir pop şarkıcısı ortaya
çıkıyor ve bu şarkıcı alıp başını gidiyor. Aynı durum bizim içinde geçerli
fakat biz de alıp başını gitme durumu yok. Çünkü genelde bir yıl bile olmadan
unutulup gidiliyorlar. Bu şarkıcılar piyasaya girer girmez kendilerini sanatçı
ilan ediyorlar. Küstahlık işte bu kadar zirvede, koskoca sanatı saçma sapan
şarkıcıların bir o kadar saçma şarkılarına alet ediyorlar.
İşte bu popüler
kültürün şarkıcıları halkın nabzına göre şarkı yapıyorlar. Bunlar için sanat hiçbir
anlam ifade etmiyor. Sadece pop müzik için geçerli değil elbette bu
söylediklerim. Fakat dünyada en çok dinlenilen bu tür olunca en çok patlakta
burada oluşuyor. Yaz geldiği zaman hareketli şarkılarla dolu kalite yoksunu bir
albüm, kış geldiğinde yavaş şarkılarla dolu kalite yoksunu bir albüm daha… Buna
sanat dedikleri zaman ise kahroluyorum. Ülkemizde sanatın tek olduğu müzik türü
Türk Halk Müziği yani türkülerdi ama türkülerde artık yozlaşmaya, yeni çıkan
türkücülerin türküleri adeta birer şaklaban şarkısı haline getirmesiyle Türk
Halk Müziği de ölmeye başladı. Bir de değinmeden edemeyeceğim bir türkü türü
daha var ki en büyük nefretim ona arkadaşlar. Ankara havası adı altında
hadsizliğin, terbiyesizliğin, sanat yoksunluğunun gözler önüne rahat rahat
serilmesi ve garip bir şekilde insanlar tarafından çok beğenilmesi aslında ülke
genelinde müzik sanatının öldüğünü gösteriyor. Sadece bir avuç tutunmaya
çalışan sanatçı kaldı, onlarda olmasa zaten sanatta tamamen karanlıktayız. Bu
sanatçılar elbette sadece müzikte değil. Zaten dünya geneline baktığımızda bir
Chopin, bir Handel, bir Ronsard ve bir Van Gogh gibi sanatçıların yeniden
dünyaya gelmesi çok zor. Sanatçı olmak hiçbir zaman kolay olmadı arkadaşlar
fakat sanatçı olmak için gerekli olan ilk adımı atmak ise bizim elimizde. Bu
adımı atarken eserler vermek istediğimiz sanat dalında ne kadar iyiyiz bunu
ölçüp biçmek sadece bizim elimizde. Kimse bizim hayal gücümüze ambargo
uygulayamaz. Hiçbir zaman sanatı bir kenara atıp toplumun arzularını gidermeye
çalışmamalıyız. Çünkü toplumun arzusu hiçbir zaman tükenmez ve bu arzuların
hiçbiri sizin hayal gücünüz kadar saf ve temiz olmaz.
Dostlarım, işte
bu yüzdendir ki hiçbir sanat eseri toplum için yapılmaz, önce kişi kendini
tatmin etmelidir. Sonra zaten sanat o cömertliği ile o muazzam eserinizi kabul
eder. Sanatçı eserini sanat için yapar ve bunu toplumla paylaşır. Lütfen bunu
unutmayınız çünkü bu toplum için yapmak anlamına gelmiyor ki zaten her
sanatçıda toplumla paylaşmıyor eserini. SANAT, HER ZAMAN SANAT İÇİNDİR!
Sanat her zaman sanat içindir..Kesinlikle katılıyorum.Sanat toplum için yapılmaya başlandığı anda ticari meta haline dönüşüp sanat olmaktan uzaklaşıyor.Esere ruh yerine para hükmetmeye başladığı anda, o sanat değil artık benim gözümde.Çok güzel bir yazı olmuş elinize sağlık.
YanıtlaSilSanattan bahseden bu kadar uzun bir yazıda neredeyse hiçbir -de ve -ki kullanımı doğru değil. Birleşik yazılması gereken -ki'ler ayrı yazılırken, ayrı yazılması gereken -de'ler de birleşik yazılmış. Hatta daha yazının en başlarında manasızca bir ünsüz sertleşmesi mevcut: ''pekte'' diye bir şey olamaz çünkü oradaki -de ayrı yazılmalıdır.
YanıtlaSilMerhabalar, öncelikli yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim. Okuyuculardan geri bildirim almak benim için her zaman çok önemlidir. Haklısınız -de -da ve -ki'lerin yazılışı bazı yerlerde doğru değil bunu kabul ediyorum fakat eğer yazılarımın geneline baktıysanız genelde samimi ve sohbet havasında yazıyorum ve bu da ister istemez bu eklerin doğru kullanımını ikinci plana atıyor. Üzülerek söylemeliyim ki sizin de girişiniz malesef pek doğru değil "Sanattan bahseden bu kadar uzun bir yazıda neredeyse hiçbir -de ve -ki kullanımı doğru değil." şeklinde ki girişiniz bir dil bilgisini inceleyen makale için gayet iyi bir cümle olabilir fakat buradaki içerik sanat olunca böyle bir giriş çok yersiz oluyor. Ben daha çok yazının içeriği ile alakalı bir geri bildirim almayı isterdim sizden, sonuçta bir dil bilgisi uzmanı değilim. Kaldı ki yazıları Office Word'de yazdığım için dil bilgisi denetlemesi zaten açık oluyor ve yanlışlarımı düzeltmemi sağlıyor. Bu dikkatiniz için teşekkürler fakat yazılarımın geneli dostane bir şekilde yazıldığından, içerik ile ilgili geri dönüşler bana daha çok faydalı. İyi günler.
SilÖncelikle tavrım için üzgünüm.
YanıtlaSilİçeriğinize söyleyecek olumsuz bir lafım yok. Diğer yazılarınızı da arada sırada okuyorum üstelik. Yazacak bu kadar çok şey buluyor olmanız, bunları yazmaya bu kadar istekli olmanız takdire şayan ama ben sadece biraz daha özenli bir dille yazılmaları gerektiğine inanıyorum. Sohbet havasında yazılmalarında bir sorun yok kaldı ki sohbet havasında yazılan kitaplar da var ama yazı yazmak sadece işin içeriğiyle ilgili bir şey değil, doğru bir dille aktarılmazlarsa yanlış anlaşılmalara bile sebep olabilirler. İyi çalışmalar.