Bugün, albüm kritik yenileme çalışmalarında 20 numaralı albüme gelmiş bulunuyorum. İlk 20 albümü elden geçirmiş olmak benim için gayet tatmin edici bir durum. Fakat bunu ilk 50 albüm olarak düşündüm. Elbette ilk 50 albüm arasında memnun olduklarıma dokunmayacağım. Fakat o memnun olma sayısı muhtemelen çok az olacağı için cumartesi günleri yine eski albümleri elden geçirme işi devam edecek. Bir süre daha devam edecek yani. Bu 20 numaralı albüm de elbette bir başka “Trivium” albümü oluyor. Bu da gayet normal. Zira 2011’den 2016 ya kadar yoğun bir şekilde Trivium dinliyordum. Hatta kendimi bir Trivium bilir kişisi bile ilan edebilirdim o zamanlar. Şimdi de bu grubu takip ediyorum ama o zamanlardaki gibi çok detaylı bir şekilde değil. Özellikle grubun “In Waves” sonrasında beni büyük hayal kırıklığına uğratması ve davulcu değişimleri ile bir türlü bir dikiş tutturamaması Trivium’dan giderek uzaklaşmama neden oldu. “The Sin and The Sentence”a kadar bu mesafe hep devam etti. Ne zamanki The Sin and The Sentence çıktı ve Trivium’u sonunda özüne dönmüş bir şekilde buldum işte o zaman tekrar bu grubu radarıma almaya başladım. Benim Metal Müzik serüvenimdeki en önemli gruplardan birisidir Trivium. Beni gerek Metal vizyonumun gelişmesinde gerekse de gitar çalmaya olan ilgimin körüklemesinde ciddi anlamda etkilemiştir. Bu yazıda “Vengeance Falls”un kritiğini tekrar yazıyorum. Zira bu albüm için yazdığım kritik de yine çok üstün körü bir şekilde yazılmıştı. Albüm ilk çıktığı zaman In Waves sonrası beni daha mutlu eden bir albüm olmuş olsa da sonrasında giderek değerini yitiren ve alelade bir albüme dönüştü. Bu yüzden de albüme iki farklı perspektiften bakacağım. Trivium’un diskografisindeki yerine ve benim için önemine daha fazla değinerek bu kritiği yeniden elden geçirmiş ve sonlandırmış olacağım.
Trivium, Metalcore kategorisinde bana göre çok uç noktada duruyor. Herhangi bir grubun Trivium seviyesinde olduğunu düşünmüyorum. Metalcore’un adeta tiranı konumundalar. Bunu da sonuna kadar hak ediyorlar. Çünkü çok yetenekli müzisyenlerden ve Metal’i çok iyi okuyan ve sindiren adamlardan oluşan bir kadrosu var. Hatta tek başına “Matt Heafy” bile bugün Metal camiasının en iyi riff yazan, en iyi beste yapan ve en vizyoner müzisyenlerinden biri olarak gösteriliyor. 16 yaşından beri sahne tozu yutan bu adamın bu noktaya gelmesi çok da şaşırtıcı olmasa gerek. Şaşırtıcı olan şey ise hala muazzam yenilikçi fikirlerle bezeli bir deli olmasıdır. Diğer taraftan “Corey Beaulieu” gibi solo yazma konusunda dehşet bir yeteneğe sahip bir adamın her Trivium şarkısını ya çok daha üst noktaya taşıması ya da hiçbir şey ifade etmeyen şarkıları bile solo kısmında ilgi çekici kılması gibi bir durum da söz konusu. Bas gitarda da yine işin en iyilerinden biri olan “Paolo Gregoletto” ile şarkılardaki o çelik tellerin varlığını hem net bir şekilde duyuyoruz. Hem de bas gitar sololarını ve bazı noktalardaki bas gitar ile yazılan riffleri duymak Trivium şarkılarını kaya gibi sağlam bir forma sokuyor. Davul konusunda ise “Shogun”a kadar bana göre hala Trivium’un en iyi davulcusu olarak gördüğüm “Travis Smith” harikulade işler yaptı. Sonrasında ise sürekli davulcu değişti zaten. Vengeance Falls’ta ise muhtemelen Trivium’a en az yakışan ve yaratıcılık konusunda en sığ davulculardan biri olan “Nick Augusto”yu görüyoruz. Bu adamı ilk olarak In Waves’te görmüştük. O zaman da çok yetersiz ve tek düze bir davulcu olduğunu düşünmüştüm. Vengeance Falls’ta da duygu ve düşüncelerim değişmedi.
Duygusal açıdan bu albüme bakacak olursam eğer bence hak ettiği yerde olmayan bir albüm Vengeance Falls. In Waves’ten daha iyi olduğunu göğsümü gere gere söyleyebilirim. Biliyorum çoğu kişi buna katılmayacaktır. Fakat In Waves için harcanan prodüksiyon parası, reklam parasını hesaba kattığımızda o albümün de aslında hiçbir şekilde başarılı olmadığını görüyoruz. Vengeance Falls daha sessiz sakin bir şekilde çıkmıştı. En azından büyük bir beklentiye gark etmedi milleti. Buna rağmen daha sert bir albüm olması ve bir nevi “Ascendancy” öykünmesi gibi durması ve gerçekten de yer yer yaklaştığı sekansların olması benim için bu albümü daha dinlenebilir kılıyor. Sonrasında çıkan Silence In The Snow tam bir vasat altı iş zaten. O albümün hiçbir Trivium albümü ile kıyasa bile girmemesi gerektiğini düşünüyorum. Vengeance Falls’tan sonra böyle bir yumuşamanın olması beni dehşete düşürmüştü. Asıl o albümün silik bir albüm olması lazım. Şu anki Trivium diskografisi içinde en iyi albümlerden biri olarak ben de göstermem Vengeance Falls’u. Fakat In Waves, Silence In The Snow’un önüne koyarım. ReMaster versiyonunu dinlerken albümün gerçekten de hiç de fena olmayan bir albüm olduğunu bir kez daha anladım. Ayriyeten bu albümde benim favori olan şarkılarımı da söylemek istiyorum. “To Believe, Villany Thrives, Vengeance Falls ve Through Blood and Dirt and Bone” benim için diğer şarkıların önünde duruyor. Bir de “Incineration: The Broken World”deki Paolo’nun bas gitar solosuna şapka çıkarılır. Tıpkı Shogun’un dehşet şarkılarından biri olan “Torn Between Scylla and Chraybdis”teki gibi dehşet bir bas solosu dinlettiriyor. Görüşmek üzere!
Albüm Puanı: 7,5/10
** Yeniden yazılma tarihi: 10 Ağustos 2024 / Cumartesi
Yorumlar
Yorum Gönder