Albüm Kritik 14 (Trivium / In Waves)

Herkese selamlar! Bir cumartesi günü daha geçmişte yazdığım kötü albüm kritiklerinden birini yeniden alıyorum. Bugün de yine bir “Trivium” albümü var. Trivium, benim Metal’i çok daha fazla sevmemi sağlayan bir grup oldu. Bunu hiçbir zaman inkâr etmedim ve etmem de. Trivium’un icra ettiği Metalcore’u öylesine çok sevmiştim ki sabah akşam bu grubu dinlemeden edemiyordum. Bir yandan da aynı türü icra eden başka grupları araştırıyor ve onları da dinliyordum. Yaklaşık 10 yıl önce Trivium’un 2011 yılında dinleyicilere sunduğu “In Waves” albümünün kritiğini yazmıştım. Bu albüm çıktığında ben üniversitede öğrenciydim. Üniversite yıllarımın başlarıydı. Her Trivium fanı gibi “Ascendancy ve Shogun” ile kafamı bozmuştum. Bu iki albümü öylesine fazla dinliyordum ki ne zaman dinlemekten bıkacağımı ben de merak ediyordum. Diğer taraftan grubun diskografisinde “Ember to Inferno ve The Crusade” albümleri de vardı. Fakat bu iki albüm beni diğerleri kadar heyecanlandırmamıştı. Özellikle Shogun ile çıta öylesine yüksek bir noktaya konmuştu ki bir süre sonra Ascendancy’i de dinlemeyi azaltmaya başlamıştım. In Waves’in eski kritik yazısında şöyle bir cümle kurmuşum; umarım Shogun grubun en iyi albümü olarak kalmaz. Genel olarak kötü bir albüm kritik yazısı yazmış olsam da In Waves için bu cümle gerçekten de yazdığım en iyi cümlelerden biriydi. Hatta ön görüsü öylesine yüksekmiş ki Shogun’un o muazzamlığına erişebilecek veya bir noktada daha iyi olabilecek albümü Trivium’dan dinlemek için 9 yıl beklememiz gerekti. 2017 yılında çıkan “The Sin and The Sentence” ile Trivium küllerinden doğmuş oldu. Fakat konumuz o albüm değil. Konumuz Trivium’un kariyeri boyunca belki de üstüne en çok titrediği ve en çok promosyonunu yaptığı albümü In Waves’i tekrar ele alacağım. Bu defa daha aklı başında cümleler kurarak!

Trivium'un kariyeri boyunca en çok promosyonunu yaptığı albüm derken bu konuda ciddiydim. Bilmem hatırlayanlarınız var mıdır ama Shogun sonrasında grup ciddi anlamda eleştirilere maruz kalmıştı. Ortada olağanüstü virtüözlük barındıran ve aynı zamanda grubun belki de müzikal açıdan zirvesini temsil eden Shogun gibi bir albüme denmeyen kalmamıştı. Ben o eleştirel yazıları okurken sinir krizleri geçirecektim neredeyse. Ascendancy sağlam bir Trivium albümüydü. Fakat Shogun bambaşka bir boyutu temsil ediyordu. Sürekli Ascendancy’den ne kadar kötü olduğunu iddia eden yazılar yazılmıştı. Fakat aradan geçen yıllar sonrasında bir anda herkes Shogun sever oldu ve bir anda bu albümün ne denli kıymetli olduğu söylenmeye başlandı. Bu durum ölmüş ressamların eserlerinin sonradan para etmesi gibi bir şey aslında. Zamanında değeri bilinmeyen Shogun, şimdi gözü kapalı grubun en iyi albümü olarak gösteriliyor. Bugün, hala bu albüm grubun en iyi albümü olarak lanse ediliyor! Altını bir kez daha çizmek istedim. In Waves için grubun aldığı aksiyon bu yüzden de bir noktada anlaşılabiliyor. In Waves kayıtları başlamadan önce bana göre Trivium’u Trivium yapan davulcu “Travis Smith”in gruptan ayrılması beni zaten derin bir üzüntüye bırakmıştı. Sonrasında grup imajında ciddi anlamda bir değişikliğe gitti. Shogun’a kadar gerçek anlamda old-school Metalcileri gibi takılıyordu grup ve bu benim çok hoşuma gidiyordu. Yer yer fazla “Metallica” etkisi görülüyordu ama ben bunu hiçbir zaman sorun etmedim. Corey hariç Matt ve Paolo’nun saçları dipten kazındı. Daha doğrusu Matt yine biraz saç bıraktı ama Paolo hepten kel oldu. In Waves’in gerçekten de büyük değişim getireceği belli olmuştu. Davulcu olarak Trivium’un yardımcı davulcusu (başka bir terim gelmedi aklıma) “Nick Augusto” albüm kayıtlarında yer almıştı. Albüm çıkmadan önce “single” olarak albüme adını veren “In Waves” yayınlandı. Bu şarkıyı o zaman 20 kere falan dinlemişimdir. Fakat bu kadar fazla dinlememin sebebi şarkının çok iyi olmasından değildi. Yaşadığım şokun etkileriydi ve ben bu şoku 20 defa yaşamayı tercih etmiştim.

In Waves'i dinledikten sonra albümdeki geri kalan şarkıları albüm çıkana kadar asla dinlemeyeceğim dedim. Sonrasında bir iki şarkı daha çıktı ve ben onlara asla bakmadım. Ne zaman ki albüm çıktı ve ben işte o zaman kendimi gerçek anlamda albümün dalgalarının içine bıraktım. Bir Trivium sever ve sürekli dinleyen biri olarak grubun Shogun sonrası çok daha iyi bir albümle gelmesini bekliyordum elbette. Bu beklenti de oldukça doğal değil mi? Fakat In Waves’i dinlediğim zaman kendimi ciddi anlamda aldatılmış, ihanete uğramış gibi hissettim. Bunca zaman göğsümü gere gere övdüğüm ve her Metal grupları konuşmasında adını geçirmekten büyük gurur duyduğum Trivium resmen sıçıp batırmıştı. Albümü çıktığı o hafta kaç kere dinledim inanın bilmiyorum. Fakat bir türlü bana vermesini beklediğim o muazzam duyguyu verememiş olması ve dahası ortaya çıkan şeyin çok zorlama bir iş olarak gözüme çarpması beni büyük üzüntülere gark ettirdi. Albümü hem tek tek şarkı bazında hem de bütünsel olarak değerlendirdiğimde elime avucuma pek bir şek kalmıyordu. Shogun’u eleştiren dallamalara helal olsun demiştim o zamanlar. Grupla çok güzel bir şekilde, bir oyun hamuru kıvamında oynamışlar ve grubun DNA’sını altüst etmeyi başarmışlardı. İlginç bir şekilde sürekli gruptan hit şarkılar yapması beklenmesi ve Metal’in doğasına aykırı bir şekilde popülist bir tavırla Trivium’u göklere çıkarmaları akıl alır gibi değildi. In Waves için tonlarca para harcayan Trivium geri dönüşünü almayı da başardı. Bir anda bütün basın grubun en iyi albümü olarak In Waves’i göstermeye başladı ve benim gibi bu albüme anlam veremeyenler de hasetçinden kudurdu.


Buraya kadar yazdıklarım albümün çıktığı zamanlar yaşadığım duygulardı. Bu albümü tekrar ele aldığım yıl 2023. Yani aradan 12 yıl geçmiş. 12 yıl içinde Trivium dinlemeyi bırakmadım. In Waves’ten sonra çıkan “Vengeance Falls” In Waves’ten bana göre daha karakter sahibi bir albümdü. O zamanlar da zaten bu albümü In Waves’ten çok daha beğendiğimi söylemiştim. Fakat albümün kötü prodüksiyonu zaman içinde kendisinden soğumama yetti. Bir anda In Waves’i Vengeance Falls’tan daha başarılı bir olarak görmeye başladım ve daha fazla dinlemeye başladım. Vengeance Falls sonrası gelen “Silence in The Snow” tartışmasız derecede grubun en berbat albümü olarak tarihteki yerini aldı. Ne idiği belirsiz, dandik şarkılarla bezeli bu albümdeki tek heyecan verici (o da çok az miktarda) şarkı yine albüme adını veren Silence in The Snow idi. Onun da sebebini sonradan öğrenmiştik zaten. Meğer bu şarkı Shogun “artığı” bir şarkı imiş. Düşünün Shogun artığı bir şarkı bile heyecanlandırmaya yetiyor. In Waves ile Matt Heafy’nin vokal performansı da değişmişti. Bana sorarsanız çok yumuşamıştı sesi ve hala aynısını düşünüyorum. Fakat birçokları için Matt’in sesi düzelmiş ve temiz vokallerde daha iyi işler ortaya koyuyordu. Buna karşı söyleyecek çok bir şeyim yok. Fakat ben hala çatal sesli Matt Heafy vokalini tercih ederim orası ayrı. In Waves’i ilk çıktığı zamanlar öylesine yerin dibine sokmuştum ki albümü aylarca dinlemedim. Fakat yavaş yavaş albümün detaylarda neler sakladığını merak etmeye başlayıp da tekrar dinlemeye başlayınca başka bir şekilde aydınlanma yaşadım bu defa da. In Waves hala Trivium’un en iyi işlerinden birisi değil. Şarkı olan In Waves bana göre hala büyük bir balondan ibaret. Fakat albümdeki diğer şarkıların inanılmaz rifflerdne oluştuğunu idrak ettiğimde “vooow” etkisi beni de yakalamıştı. “Built to Fall, In Waves, Watch the World Burn, Of All These Yesterdays” şarkılarının haricinde kalan diğer şarkıların (intro ve autroları dahil etmiyorum) hepsi gerçekten de şapka çıkartılası işler. Gerek riff çeşitliliği olsun gerekse de gitar soloları ve bas gitarın muazzam işler olsun gerçekten de dinlemekten büyük keyif aldığım şarkılar haline dönüştüler. In Waves’in abartılmış bir balon olduğunu düşündüğüm o ilk zamanlardan bu düşüncelerimin oluşmasına geldiğim için gerçekten mutluyum. En iyi albümü dinlemek gibi bir derdim yoktu. Fakat In Waves’in en azından bana tat veren bir albüm olmasını istiyordum hep ve bunu başarmış oldum. Peşini bırakmadım bu albümün ve birçok kez şans vererek In Waves’i bağrıma bastım.

Toparlayacak olursam, bazı albümlerde aslında hepimiz bu durumu yaşıyoruz. Albüm çıktığında bizden yemediği şamar kalmıyor. Yerin dibine sokuyoruz ve gruba demediğimiz kalmıyor. Aradan geçen aylardan, yıllardan sonra tekrar bir şans verdiğimizde albümdeki cevheri keşfetmeyi başarabiliyoruz. Ben de bu albüm kritiğini yeniden ele alırken hem geçmişteki hem de günümüzdeki hislerimi yazmak istedim. Albümdeki en sevdiğim şarkıları da söylemeden geçmek istemiyorum. “Inception of the Ends, Caustic Are the Ties That Bling ve Chaos Reigns” büyük hayranı olduğum şarkılar. Yukarıda sevmediğim şarkılar haricinde geri kalan şarkıları de dinlemekten oldukça keyif alıyorum. Fakat bu üç şarkı gerçekten büyük eserler. Görüşmek üzere!

** Yeniden yazılma tarihi: 18 Kasım 2023

Albüm Puanı: 7/10



Yorumlar